Gelişmiş ülkelerde kişi başına yıllık süt ve eşdeğeri süt ürünü tüketimi 300 litre, bu miktar Türkiye’de 140 litre. Dünya ortalaması 100 litre iken, gelişmekte olan ülkelerde kişi başına yılda 79 litre süt ve eşdeğeri süt ürünü tüketiliyor. Kişi başına yıllık -domuz eti hariç- kırmızı et tüketimi ABD’de 36 kilo, AB’de 18 kilo. Türkiye’de yılda kişi başına 15 kilo kırmızı et tüketiliyor. Dünya ortalaması ise 11 kilo.
Uzmanlara göre, yetişkin bir birey günde 70 gram kırmızı et tüketmeli. Bu hesapla 80 milyonluk nüfusumuza göre yılda ortalama kişi başı 25 kilo kırmızı et tüketmemiz gerekiyor. Eğer TÜİK verilerine göre 54 milyon kişi olan “çalışabilir nüfus”umuzu dikkate alırsak yılda kişi başına tüketmemiz gereken kırmızı et miktarı 17,5 kilo oluyor.
Gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşabilmek için daha çok süt ve süt ürünü ile kırmızı et tüketmemiz gerekiyor. Halkımızın en kaliteli ve en hesaplı hayvansal protein kaynağı ile beslenmesini sağlamalı ve bunu sürdürebilmeliyiz. Bunu başarabilmek için öncelikle yapılması gereken dört şey var:
1. Kayıt dışını ortadan kaldırmalıyız.
2. Fiyat istikrarını sağlamalıyız.
3. Arz-talep dengesini sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmalıyız.
4. Süt ve et ürünlerine yönelik bilgi kirliliğini gidermeliyiz.
Kayıt dışılık
Kayıt dışının üç ayağı var. İlki mali kayıt dışı: Kayıt dışı ticaret vergi kaybına yol açıyor. İkincisi, kayıt dışı üretim: Kayıt dışı üretim izlenemiyor, denetlenemiyor, ürünün hangi koşullarda üretildiği, insan sağlığı için tehlike yaratıp yaratmadığı bilinemiyor. Üçüncüsü, kayıt dışı faaliyet: Hayvan yetiştiricisini de kayıt dışına itiyor: Kayıt dışı faaliyet gösterenler, süt ve et üreticisinden belgesiz ürün alınca, üreticinin üretimi ve hayvanı kayıt dışı hale geliyor. Bu durumda gerçek hayvan sayılarımızı bilemiyor, hayvan kaynağımızı izleyemiyoruz.
Bu kadar vahim sonuçlara yol açan kayıt dışı ile mücadele edebilmek için öncelikle tüm hayvansal protein ürünlerinde KDV’yi sıfırlayarak sosyal bir beslenme anlayışına geçmemiz gerekiyor. KDV sıfırlandığında, ürünün fiyatı aynı oranda ucuzlayacak. Ucuz ürün, tüketimi artıracak. Artan tüketim, kayıt içi ticareti büyütecek. KDV sıfırlandığında, kayıt dışına çıkmak artık bir avantaj sağlamayacağından, kayıt dışı çalışan da kayıt içine girecek. Kayıt içine girenden kurumlar ve gelir vergisi alma imkanı doğacak. Böylelikle sıfırlanmış KDV, vergi gelirinin de artmasını sağlayacak. Aynı olumlu etki, süt ve et üreticisinin kayıt dışından uzaklaşması ile hayvan varlığımızın izlenebilirliğinin artmasında da kendini gösterecek.
Fiyat istikrarı
Fiyat istikrarı, sektörlerimizin istikrar içinde büyümesi, hayvansal protein tüketiminin artırılması, dünya ile rekabet edebilir seviyeye gelebilmek için gerekli. Bu istikrara ulaşabilmek için ise daha yüksek düzeyde bir verimlilik programı yapmamız gerekiyor. Dünya pazarlarında rekabetçi bir Türkiye için de iç piyasada da tedarik zincirinin tüm halkalarında fiyat istikrarını sağlamak önemli.
Arz-talep dengesi
Arz-talep dengesini sürdürülebilir bir yapıya kavuşturabilmenin yolu, dünya pazarlarında rekabetçi olmaktan geçiyor. Böylelikle yurtiçinde üretim istikrarını ve verimliliğini her zaman garanti altına alabiliriz. Dolayısıyla sektör, ihracat ve depolama desteği ile teşvik edilir, Türk ürünlerinin marka değeri yurtdışında artırılırsa, hem iç piyasada istikrar sağlanır hem de yeni Gümrük Birliği düzenlemesine hazırlanmış oluruz.
Bilgi kirliliği
Üstesinden gelmemiz gereken en zorlu sorun bilgi kirliliği. Son yıllarda popülizm uğruna korku tacirliği yapılarak annelerin akıllarına şüphe tohumları ekiliyor. Bir gün et karalanıyor diğer gün süt. Türkiye’nin bugününü besleyen, geleceğinin güvencesi olan sektörlerimiz, uluslararası normlar ve kalite kriterlerine göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasa ve yönetmelikleri uyarınca, bilimsel ve teknolojik gelişmenin ışığında üretim yapıyor.
Ama üzülerek görüyoruz ki, iki asır önce Louis Pasteur tarafından keşfedilen, zararlı bakterileri yok edip sütü daha sağlıklı, dayanıklı ve uzun ömürlü kılan “pastörizasyon” yöntemini reddeden bir anlayış, tüketicimizin kafasını karıştırıp, dünyada yer edinmeye çalışan sektörlerimizi karalıyor.
Bu yapılan yasaları hiçe saymak, bilimi reddetmek, sağlığa sırt çevirmek, halkımızı kandırmak ve gelecek nesillerin köküne dinamit koymaktır. Artık sessiz kalmayarak sektörün meslek örgütleri, sivil toplum, gerçek bilim insanları ve basının desteği ile bu karalama kampanyasına son vermek gerekiyor.