Süt ürünlerinde bilgi kirliliğinin toplumsal boyutu*

Toplum geliştikçe ve refah seviyesi arttıkça gıda maddelerine özellikle de hayvansal ürünlere olan talep artmakla birlikte gelecekte gıda ve tarım bugünden daha değerli bir noktaya gelecektir. Gıda maddelerinin soframıza gelene kadar geçirdiği süreçlere baktığımızda hammadde aşamasından işlenene kadar olan aşamalarda ortada bir bedel vardır.

Toplumun istekleri doğrultusunda bu işletmeler de standartlar doğrultusunda üretimlerini yönlendirmektedir. Çok basit bir yaklaşımla standartlara değinerek konuya yaklaşmak istiyorum. Şu anda kullanılan standartların bir çıkış nedeni var. Bu, insanın hep doğala yönelik yaklaşımlarının olmasından kaynaklanmış insanı standartlara yönlendirmiştir. İnsan her zaman yapay ve zararlı etkenlerden uzak durmak istemiştir ve dünya bu nedenle yeni yaklaşımlara, anlayışlara ve düzenlemelere yönelmiştir.

Bu anlayış ve yaklaşımlar standartların doğmasına sebep olmuştur. Gıdalarla ilgili ilk olarak ISO 9000 kalite yönetim sistemi ve sonrasında ISO 22000 gıda güvenliği yönetim sistemi çıkmıştır; bu gıda sektöründe üreticiden tüketiciye kadar güvenli gıda üretimini gerçekleştirecek bir sistemdir. Bu belgelere sahip olan bir işletmenin standardı ne diyor?

1. Firmanın yönetim kabiliyeti kaliteli ürün üretmeye yeter mi?

2. Gıda güvenliği yönetim sistemi güvenli ürün üretmeye yeterli mi?

Zaman zaman bakıyoruz basında bu sisteme sahip çıkacak, yönetecek hiç gıda işletmesi sanki yokmuş gibi tüketici sağlığını gözetemezler noktasında bir bakış ve bir anlayış oluşturuluyor. Bakın burada önemli bir kelime var: YETENEK.

Bu standartlara sahip olan işletmelerin firmanın yetenekleri belirleniyor. Burada firmanın marifeti, bedel ödeyip ödemediği belirleniyor. O firmanın gıda güvenliğini sağlama anlamında, ürettiği ürünün kalitesini sağlama ve devam ettirme anlamında ödediği bedel belirleniyor. Artık işletmeler standart alma anlamında ISO 22000 geçmiş BRC, IFS gibi İngiliz, Alman, Fransızlar tarafından kabul gören sistemleri de işletmelerine entegre etmeye çalışarak belgelendirme tetkiklerinden geçiyor. İşletme hem bakanlık tarafından denetleniyor hem de parakendeci tarafından denetleniyor.

Bakın burada sorumluluk her iki tarafın. Parakendeci reyonda satmış olduğu ürününün kalitesinden ve yasallığından sorumludur. İşletme de markayı taşıdığı için o markadan sorumludur. Artık daha ne yapılır bilemiyorum. Bizler burada güzel birşeyler, düzgün işleyen bir sistem görmüyor muyuz? Ortada kazan kazan politikası var. Ne kadar yol gösteren var ise işletme için bu büyük ve olumlu bir dokunuş.

Toplumda anlaşılmayan, toplumu iyiye yönlendirme anlamında yanlış bir şeyler var. Doğala yönelmek demek acaba kendi yoğurdunu, peynirini ve ekmeğini kendinin yapması, kendi biberini ve domatesini balkonunda yetiştirmesi mi demektir? Tüketicimizde gıda üreten firmalara güvenmeme gibi bir algı var. Bu algının oluşmasının nedeni de şirket çıkarları ile toplum çıkarlarının bir noktada çatışır gözükmesi tüketicide bu bakış açısının oluşmasında etkili olmaktadır diye düşünmekteyim.

Aklıma gelen herhalde olabilecek tek düşünce böyle basit bir mantık olabilir dedim. Kısacası arkasında yatan böyle düz bir mantık. Hâlbuki profesyonel bir şirket toplum menfaatlerini gözeterek bir noktaya gelebilir ve toplumun ne istediğini bilir. Tamamen iyi niyetler ile insan ihtiyacına yönelik sağlıklı alternatifler sunma anlamında çalışır. Sizce bu şekilde çalışan işletmelerimiz bu ülkede hiç mi yok? Tabiki var. Büyük ,orta, küçük ölçekli hiç fark etmez. Marka olmuş işletmelerin dışında da işletmelerimiz var.

Küçük işletmeleri de rekabetçi işletmelere dönüştürmek sektörün hedefi ve önemli kalkınma planlarından biridir. Sektör yaklaşık olarak istihdam ettiği 85 bin insan ve 500 bin üreticisi ile vefakar , cefakar onca insan ile ülke ekonomisine bir katkı sağlarken ortada da ödenen bir BEDEL var.

Olaylara yüzeysel bakarak gıda ile ilgili konularda önüne gelenin açıklama yapması hiç de doğru bir yaklaşım değildir. Medyayı kullanan ve arkalarına üniversite logolarını alarak gıdadan çok anlarmış gibi konuşan, uzman olmayan bu kişilerin yaptığı açıklamalar tüketiciyi zor durumda bırakmaktadır. Gıdalara yönelik süregelen bir bilgi kirliliğinin olması sektörün hem en büyük sorunudur hem de gelişmesine vurulan en büyük darbedir. Görünen ile değil görünmeyen ile uğraşmak, biraz detaycı olmak ve derinlere bakmak lazım. Gıda ile ilgili konular zaten bunu gerektirir.

1990’larda yüzde 10’u sanayi tarafından işlenen sütün bugün nerede ise yüzde 50-55’i sanayi tarafından işlenmektedir. Kişi başına süt tüketimi de 20 litreden 120 litreye çıkmıştır ki bu halen bir Avrupa ile kıyaslandığında yeterli değildir. Modern işletmelerin sayısı artmıştır. Ülkemizde güzel giden bir şeyler olmasına rağmen tüketiciyi bilgilendirme konusunda maalesef eksiklikler bulunmaktadır. Tüketicinin doğru bilgilendirilmesi için ortaya bir sistem koymanın artık zorunlu hale gelmiştir. Gıdaların yarar ve risklerine ilişkin önüne gelenin açıklama yapmaması gerekiyor.

Riskler doğru yönetilmelidir. Evde üretilen gıdada risk yoktur, dışarda üretilende risk vardır diyemeyiz. Gıda nerede üretilirse üretilsin her zaman risk vardır. Gıda işinde ortada biyolojik (canlı) bir olay vardır ve hammadde biyolojiktir. Örneğin yoğurt peynir yapılan süt biyolojiktir, sütün sağıldığı hayvan biyolojiktir ve hayvan hastalıkları vardır. Balkonumda yetiştirdim güvenilirdir diyemeyiz. Çünkü toprak, su ve havanın yan sıra bitkinin hastalığı vardır. Üretim yaparken önemli olan konu oradaki riskin yönetilmesidir.

Sağdığın sütte antibiyotik ve aflatoksin bulunabilir. Oradaki riski doğru yönetebiliyor muyuz? Üretici ineği beslerken küflü yem verdiyse, küflenen ekmeği- atmayıp hayvana yedirdiyse hayvan sahibi, oradaki riski sizce yönetebiliyor mu? Bir gıdanın tüketiminde aslolan dozdur, bir de hangi sıklıkla tükettiğimiz önemlidir. Risk buna göre belirlenmektedir. O yüzden, “ben inanıyorum” ya da “benim yaptığım gıda güvenli” diye bir şey yok.

Medyada gözlenen bir bilgi kirliliği var ve bu konuda da doğru bilgileri aktaracak güvenilir kurumlara ihtiyaç var. Ortada bir risk varsa bu doğru yönetilmelidir. Avrupa’da bunun için bağımsız, bilimsel bir otorite olarak Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) var. Türkiye’de de böyle bir kurum oluşturulmalı ve bilimsel risk iletişimi de bu kurum vasıtası ile yürütülmeli.

Sektörel olarak kalkınma denilince belki birçok konu akla geliyor; gümrük birliği, taklit ve tağşişin önüne geçmek, yem bitkisi üretimi için arazilerin durumu, meralara yönelik ıslah çalışmaları, hayvan ıslah çalışmaları gibi birçok konu var. Kimin için bu kadar çabalıyoruz, tabii ki tüketici için, halkımızın sağlığı ve geleceğimiz için yapıyoruz. Olaylara sadece düz mantık ile bakan birileri yüzünden halk sağlığı ile oynamaya kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum.

Tüketici kendini, sevdiklerini, çocuğunu düşünüyor ve kafası karışık hem de çok karışık ve kendince sağdan soldan duyduğu bilgilerle kendince bir şeyler düşünerek doğruyu bulmaya çalışıyor. Ancak doğru yolu göstermek ise vatandaşın değil devletin görevi. Sorunlu ürünün satışına engel olmak devletin görevi.

Vatandaş Bakanlıkça yürütülen denetimlerin yeterli olmadığına inanıyor. Evet denetimler yeterli değil. Bu nedenle tüketici paketli, kayıtlı, onaylı ürünleri tercih etmelidir. Bu nedenle bu konuya ciddi eğilmek gereklidir. Bu sorunu çözmek için ilgili meslek birimlerinin; toksikologların, ziraat mühendislerinin, gıda mühendislerinin, veteriner hekimlerin, biyologların, kimya mühendislerinin vs. bir araya gelerek iletişim kurmasını sağlayacak, xfayda ve zararı değerlendirerek fikir birliğine varacakları bir sistemin olması gerekir.

Burada yanlış anlamayın; ben kişilere ya da meslek kuruluşlarını suçlamıyorum. Mesele davranış yani fiiliyat meselesi. Bütün mesleki kuruluşların ilgili konuyu ele alarak değerlendirmesi faydalı ya da zararlı dediğimiz konunun değerlendirildikten sonra sadece bağımsız uzman otorite tarafından açıklamasının yapılması ve tüketicilerin de sadece bu otoritenin görüşlerini dikkate alması noktasında olaya yaklaşıyorum. Bu nedenle EFSA gibi bir kuruluşa acil ihtiyaç vardır.

İşi ehline verme, işi ehline emanet etme konusu dinimizde de vardır. Nisa 58; “Allah size, mutlaka işleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz aman adaletle davranmanızı emreder”. Peygamberimiz Hadis-i Şerifinde; “İş ehli olmayana (layık olmayana) tevdi edildiği (verildiği) zaman, kıyameti bekle” demektedir. Mustafa Kemal Atatürk’de bilim adamlarından istediğini çok güzel bir sözle dile getirmiştir; “Biz daima hakikati arayan ve onu bulduğunda, buldukça, bulduğuna kani oldukça ifadeye cürret gösteren adamlar olmalıyız”.

Evet, sektörel problemlerimiz var ama çözüm marifetimiz de var ise problem problem olmaktan çıkar. Umarım bu konuyu çözecek marifetli birileri çıkar. İnsan yaşam süresi boyunca ya ikna olur ya da inkar eder. Bilgi kirliliği ile ilgili bir şeyler yapılmaz ise bu işin sonu gelmez.

* Dr. Ufuk Eren Vapur,

Nişantaşı Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü Öğretim Üyesi / Mayasan Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. Teknik Danışmanı,

ufukerenvapur@gmail.com

>> Süt Dünyası

2006 yılından beri yayınını sürdüren tarafsız ve bağımsız medya kuruluşudur. Süt Dünyası Dergisi kurulduğu günden bu yana ilkelerinden taviz vermeden yayıncılık faaliyetine devam ediyor. Süt Dünyası Dergisi Haber Merkezi tarafından hazırlanan her türlü içerik "Süt Dünyası" imzası ile yayınlanmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.