Tarım sektörünün temel sorunları, tarımın alt sektörü olan süt üretiminde de etkisini göstermektedir. Tarımın ayrılmaz bir parçası olan süt hayvancılığı adeta can çekişiyor. Hayvancılığın temel iki sorunu; girdi maliyetinin yüksekliği ve ürün satış fiyatının düşüklüğüdür. Bu iki husus sürekli süt üreticisinin aleyhine işliyor. Üstelik fiyatı devlet tarafından belirlenen sütün üreticisine alım ve fiyat garantisi de verilmiyor.
Bu yazıda, süt üretimi ile sahada karşılaşılan en önemli sorunları ana başlıklar haline sıralayarak çözüm önerilerimi 6 başlık altında dile getirmeye çalışacağım.
1. KURUMSAL ÖRGÜTLENME
Devletin verdiği yardım ve paralarla kurulan Üretici Birliği veya Kooperatif örgütlenmesi üreticinin hiçbir sorununu çözemez. Çünkü üretici yardım aldığı (Bir başka deyişle patronu konumundaki) kuruma bağımlı olması nedeniyle, ona karşı hak arama mücadelesi içinde bulunamaz.
Ayrıca ülkemizde maalesef tüm üretim alanlarında örgütlenme modeli genelde “Lobisel örgütlenme” şeklinde yapılmaktadır. Üretici örgütü, ya siyasi otoritenin yanında veya karşısında durarak (lobi faaliyeti yaparak) faaliyetini sürdürmektedir. Oysa, kâr amacı gütmeyen üretici örgütleri, üyelerinin ticari hak ve menfaatlerini korumak amacıyla “Ekonomik örgütlenme” modelini benimseyerek örgütlenmeli.
SÜT konusunda tek bir üretici örgütü olmalıdır. Oysa, bizde çok başlılık (Ulusal Süt Konseyi, Süt Üreticileri Birlikleri, Hayvancılık Kooperatifleri, Damızlık Yetiştiricileri Birlikleri gibi) almış başını gidiyor. Mevcut üretici örgütlerinin hiç biri tek başına üretim, satış ve kalite koşullarını, en önemlisi fiyatı belirleyemiyor. Sanayi örgütleri ile pazar koşul ve kurallarını konuşamıyor. Hiç bir konuda yetkileri yok.
Oysa, üretici örgütünün varlığının temel nedeni üreticidir. Üretici örgütünün temel sorumluluğu ise hangi siyasi parti iktidarda olursa olsun üreticisinin çıkarlarını korumak olmalıdır. Çünkü tam bağımsız kooperatifler ile bunların üst birlikleri kurulmadıkça üretici ezilmeye ve sömürülmeye devam edecektir.
Çok özel ve güzel bir kooperatifleşme örneği olarak; Tire Süt Kooperatifi bize her şeyi açıkça göstermektedir. Sahip olduğu güç tamamen kendi üyelerinin gücüdür. Gücünü üyelerinden ve onun gelirlerinden almaktadır ve bağımsızdır.
2. İŞLETMELERİN KAPASİTESİ VE SINIFLANDIRILMASI
Süt üreten hayvancılık işletmeleri kapasite ve sınıflandırma kimliğine sahip değildir. 10 baş süt ineği olan işletme ile 1.000 baş süt ineğine sahip işletme aynı koşullarda teşvik ve desteklere tabi tutulmaktadır. Büyük sermayeli hayvancılık işletmeleri ile aile işletmelerinin destek mevzuatları aynıdır. Küçük ve orta ölçekli aile işletmelerinin tanımı nedir? Hangi kapasitelerde ve ne miktarda bir tarım arazisi varlığına ve kaba yem üretimine sahip olmalıdır? Bunların mevzuatları nasıl olmalıdır? Sahadan biri olarak bana göre, gerek istihdam ve gerek katma değer açısından süt üretimini ayakta tutacak işletme mdeli, kesinlikle “aile işletmeleri”dir.
3. ALIM VE FİYAT GARANTİSİ
Ülkemizde hiçbir üretici, bir sonraki ay veya yılda ürettiği ürünü kime ve kaça satacağını bilmemektedir. Bana göre bu, üreticinin en büyük sorunudur. Üretici, resmi otoritenin belirlediği fiyatın altında ürün satmamalı. Sattığı takdirde farkını (zararını) devlet veya bağlı kooperatif karşılamalıdır.
Gelişmiş ülkelerde 5 yıl süreyle belirlenen süt fiyatlarında üretici aleyhine dalgalanma olduğunda bu, üreticiye yansıtılmadan devlet tarafından karşılanmaktadır. Üreticinin pazar ve fiyat sorunu yaşamadığı bu sistem ülkemizde de aynen uygulanmalıdır. Bunun için mutlaka en az 5 yıllık; üretim, tüketim, ihracat ve ithalat gibi konuları kapsayan planlama yapılmalıdır. Ayrıca bu planlama herkesi bağlamalıdır.
4. VERİMLİLİK, KALİTE VE HİJYEN
Verimlilik için hayvan refahı şarttır. Bu konuda çeyrek asırdır üreticimize uygulamalı eğitimler verilmemiştir. Uygulamalı Üretici Eğitim Merkezlerinin yanı sıra ıslah ve gen kaynakları üniversiteler ile Tarım Bakanlığı’nın işidir. Üniversitelerimiz ve Bakanlığın bu sorumluluklarını yeterince yerine getirmedikleri kanısındayım. Eğitim olmayınca verimlilik de olmaz.
Bu konularda dişe dokunur hiçbir şey maalesef yapılmamıştır.
Ülke, bölge ve şehirlere göre üreticilerimize hayvan ırkları, bakım ve besleme konularında yeni gelişmeleri ve teknolojileri öğretmeliyiz. Bilim ve teknoloji tarım ve hayvancılıkta da hızla ilerlemektedir. Ülke olarak buna ayak uyduramıyoruz. Ülkemizde süt üretimi ahırda beslenen hayvanlarla yapılmaktadır. Bu da süt maliyetlerimizi çok etkilemektedir.
Özellikle yerli ırklarımızda mera hayvancılığını ön plana çıkarmalıyız. Bu da kırsal yaşamı kolaylaştırmaktan ve cazibeli hale getirmekten geçer. Gençlerimize, özellikle üniversite eğitimi almış Ziraat Mühendisi ve Veteriner Hekimlerimize kırsalda yaşamanın avantajlarını sağlamalıyız. Kaliteli hayvancılık ve süt üretimi yapan örnek aile işletmeleri kuruldukça kırsal ve bölgesel kalkınmanın başladığını göreceğiz.
Süt soğutma, taşıma ve depolama konusunda bir çok eksiğimiz vardır. İzmir Gıda Mühendisleri Odası’nın açıklamalarına bakıldığında sokak sütlerinde insan sağlığını tehdit eden bir çok katkı maddesi olduğu bilinmektedir.
Dokuz Eylül Gazetesi’nin 17 Şubat 2020 tarihli bir haberinde İzmir Gıda Mühendisleri Odası Başkanı, “Sütlerin dayanıklı olması için bazı üreticilerin süt içerisine soda ve karbonat gibi kimyasallar karıştırıldığını” şu sözlerle açıklamıştır:
“Sütün halk sağlığını tehdit etmeden ve besin değerini kaybetmeden tüketiciye ulaştırılması gerekir. Sağımdan hemen sonra soğuk zincir başta olmak üzere bir takım endüstriyel süreçlerden geçirerek süt için ‘gıda güvenliği’ sağlanabilir. Çiğ sütün tüketicilere güvenli bir şekilde ulaşması sağlanana kadar, satın alınan her çiğ süt kayıt dışıdır ve sağlık riski taşımaktadır. Veba, kolera, tüberküloz, sıtma, tifo ve malta humması denetimsiz çiğ sütten geçen çok önemli hastalıklardır.”
5. BUZAĞI ÖLÜMLERİ
Son 10 yıldır gittikçe artan oran ve miktarda buzağı ölümleri yaşanmaktadır. Buzağı ölümleri büyükbaş süt hayvancılığımızın en önemli sorunlarından biridir. Ölüm oranlarına yönelik bilimsel veri yayınlayan bir kaynak olmamakla birlikte, kişisel araştırmalarıma göre tahminen halen yüzde 15-20’nin üzerinde olduğu kanısındayım. Bu oranın en fazla yüzde 5 olması gerektiğine inanıyorum. Bu da en az 600-700 bin buzağının daha elimizde olması ve büyükbaş sığıra dönüşmesi demektir. Böylece en azından yüzde 50 daha az ithalat yapılmış olur.
Süt sığırcılığı işletmeleri gelirinin yaklaşık yüzde 40’ını buzağıdan, yüzde 60’ını ise sütten elde etmektedir. Buzağı ölümlerinin yüzde 20 olduğu işletmelerde karlılık çok düşük seviyelerde kalmaktadır.
Süt üreten işletmelerin en büyük sorunlarından biri de hayvan hastalıklarıdır. Mevcut şartlar altında bu sorunu çözmemiz mümkün değildir. En az 81 il ve 500 ilçede çok kapsamlı bir planlama ve projelendirme yaparak, 5 yıl süreyle iyi bir gözetim ve denetim altında bir proje uygulanmalı ve sonuçları kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Ayrıca ithal edilen aşı ve ilaçlar da kontrol edilerek sonuçları kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Bir an önce çözüm bulunması gereken çok önemli bir hususu da burada dikkatinize sunmak isterim:
- Benim bildiğim dünyanın hiçbir ülkesinde hastalık teşhisi koyan veteriner hekim, aynı zamanda ilaç bayisi olarak faaliyet gösteremez.
- Veteriner hekimler hem doktorluk hem de eczacılık yapıyor.
- Veteriner hekimler hem hastalık teşhisi hem de o hastalığı iyileştirecek ilaçların bayiliğini yapıyor.
Ari işletmelerde bile süt sığırında iki doğum arası 500 güne yaklaşmıştır. Bu durum süt hayvancılığı işletmeleri için büyük maddi zarar demektir. Sonuç olarak, sloganlaşmış şu görüşümü sizinle paylaşmak istiyorum: “Hayvanlarımızı yedirdiğimiz yemlerle zehirliyor, verdiğimiz ilaçlarla ise öldürüyoruz”.
6. OTU ÇÖZMEDEN SÜTÜ ÇÖZEMEYİZ
Her yıl yaklaşık 1 milyon hektar tarım arazisini modern sulama sistemlerine kavuşturmadan otu çözemeyiz. Öncelikle kaba yem bitkisi üretimini arttırmalıyız. Kaliteli kaba yem bitkisi tohumluğunda da dışa bağımlılıktan kurtulmalıyız. Türkiye’nin ihtiyacı olan kaba yem bitkisi tohumluğu, her türlü altyapıya ve arazi varlığına sahip TİGEM tarafından üretilerek üreticilere ücretsiz dağıtılabilir. Türkiye’nin her bölgesinde binlerce dönüm birinci sınıf sulanabilir tarım arazisine sahip olan TİGEM’in tüzüğü de kuruma damızlık ve tohumluk işini ana görevi olarak veriyor.
Türkiye kaliteli ve çok büyük meralara sahip bir ülke değil. Dağ, yayla ve otlaklarımızda sadece küçükbaşı doyurabilecek otlar bulunmaktadır. Büyükbaş yetiştiriciliğini kaba yem üreterek yapmak mecburiyetindeyiz. Bunun da yolu tarımsal sulamadan geçer.
Umarım, dünyanın en güzel gıdası “SÜT”ün üretim ve pazarlanmasına yönelik bir farkındalık yaratabilmişimdir.
Bu vesile ile tüm okurlarımıza ve vatandaşlarımıza selam ve saygılarımı sunuyor, sağlıklı günler diliyorum.