Türkiye’de sanayi ve hizmet sektörlerinde olduğu üzere 1980’li yıllardan itibaren tarımda da neo-liberal politikalar uygulandı. Bu bağlamda aile işgücü temelli küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine endüstriyel tarımsal işletmeler öne çıkarıldı ve desteklendi.
Neo-liberal politikalar sonucu Türkiye’de tarımsal üretim ve gıdada neler oldu?
- Endüstriyel tarımla birlikte ekoloji tahrip oldu, toprak ve su kirlendi.
- Bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliği birbirinden koparıldı.
- Tarımsal üretim, nüfus artışına koşut olarak artmadığı için tarım ürünlerinde ithalatçı bir ülke durumuna gelindi.
- Küçük ve orta ölçekli işletmelerin bir kesimi para kazanamadığı için tarımı bıraktı, tarımsal üretimden ciddi kopuşlar oldu.
- Bu sürecin bir çıktısı olarak tarımsal ürünlerdeki besin değerleri düştü.
- Ve gıdalar aynı zamanda soframızdaki zehirli kimyasallara dönüştü. Büyük çoğunluk zehirli gıdaları tüketirken sağlıklı gıdaya erişim çok küçük bir azınlığın tekeline geçti, bir başka deyişle sınıfsal ayrım sağlıklı gıdaya erişimde de başat oldu.
Neo-liberal politikalar, süt hayvancılığına nasıl yansıdı?
Geçmişte, süt hayvanı yetiştiriciliğinde aile işgücü temelli küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleri lehine girdi sağlayan ve fiyat düzenleyici, Et Balık Kurumu, Şeker Fabrikaları, Süt Endüstrisi Kurumu ve Zirai Donatım Kurumu gibi Tarımsal Kitler vardı. Bu kurumlar, yetiştiricilere kimi olanaklar sağlarken, zimnen sözleşmeli üretim modelleri, teknik danışmanlık ve malzeme yardımı gibi desteklerle de üreticiyi koruyorlardı.
Kamucu politikalar yerine liberal ekonomiye geçişle birlikte bu tip kurum ve politikaların ekonomiye getirdiği yükler, sermaye yanlısı akademisyenlerce abartılarak ön plana çıkarıldı, üreticiyi koruyan ve piyasayı düzenleyen kurumlar özelleştirildi.
Özal’la başlatılan süreçte hükümetler bu kurumları özelleştirirken üretimi planlayıcı, hayvancılık sektörünü eğitici ve yönlendirici hiçbir adım da atılmadı. Zaman zaman atılan iyi niyetli adımlar da farklı nedenlerle istenilen sonucu vermedi.
Üretimin az olduğu yıllarda ürün fiyatı pazarlarda artmasına karşın üreticinin eline geçen para az olduğundan mağduriyetler katlanarak devam etti, ürün fiyatları arttığı için tüketici de bu işten karlı çıkmadı. Üretimin arttığı yıllarda ise tüketici görece mutlu olsa da, ürünlerini çok düşük fiyattan satmak zorunda kalan yetiştirici yine zarar etti.
Özelleştirilen Kit’lerin yanında elde kalan kimi kurumlar da, piyasada belirleyici rol almadıkları / alamadıkları için üreticiler; serbest piyasanın vahşi koşulları ve oligopol firmalar ile karşı karşıya kaldılar.
Bir başka deyişle örgütsüz süt hayvanı yetiştiricisi, örgütlenmiş sanayici, ilaçcı ve yemci gibi kesimler karşısında pazarlık gücü açısından sahipsiz bir duruma geldi. Yetiştiricinin cebine giren çiğ süt bedeli, neredeyse bir yıla varan sürede çakıldı kaldı, 2.30 TL’yi aşmadı ancak peynir ve tereyağı gibi süt ürünlerinde fiyat artışları tavan yaptı. Bir karikatür sanatçısı, süt hayvanı yetiştiricisinin durumunu, binlerce yazıdan daha iyi yansıtmış. Karikatürde ineğini kan ter içinde sağan bir çiftçi var. O’nun üstüne yem ve ilaç satan adamlar binmiş. Sırasıyla da yemcinin ve ilaççının sırtına da sanayici, bankacı, ithalatçı ve de vergi memuru binmiş durumda. En altta kalan çiftçinin dermanı kalmamış.
Bu birbirini izleyen sömürüye, hayvansal üretimde en önemli girdilerden biri olan yem girdisinden; örneğin melas ve şeker pancarı posasının durumuna bakalım. Şeker fabrikaların çoğunun özelleştirilmesiyle melas ve posa fiyatlarında önemli artışlar olmuştur. Özelleştirme öncesi piyasada tonu 480 TL olan melas, özelleştirme sonrası fıçısıyla birlikte 4.500 TL’den (Eylül 2020) pazarlanmaktadır, posanın tonu ise 160 TL’den 320 TL’ye yükselmiştir.
Saman, yem bitkileri, süt yemi, veteriner ilacı, elektrik ve su gibi diğer girdilerdeki fiyat artışlarına hiç değinmedim. Sadece melas ve posadan örnek verdim.
“Süt hayvancılığı neden zor durumda?” sorusuna verilen cevap bu kadar açık değil mi?