Saldık çayıra Mevla kayıra

Türkçemizde baş edemediğimiz, engelleyemediğimiz sorunlarımızı ifade ederken “Saldım çayıra Mevlam kayıra” diyerek bir çeşit çaresizliğimizi ifade ederiz. Biraz da kaderciliğimizi açığa vuran bu yaklaşım son yıllarda daha da yaygın bir hal aldı.

Süt sektörü de bu anlayışın kurbanlarından biri. Çiğ süt üretiminin fazla olduğu bazı yıllarda “Sütümüz fazla, işleyemiyoruz, satamıyoruz” diye sütler üreticide bırakılırken, geldiğimiz süreçte işlenecek süt bulunamamaktadır. Bu yüzden üreticinin sütü sıcak-soğuk, hileli-hilesiz ayırt edilmeksizin alınmakta, fabrikalarda çarklar döndürülmeye çalışılmaktadır.

Oysa yetiştirici birlikleri, süt sanayicileri ve Bakanlık bu alandaki temel aktörler olarak sütün çok üretildiği o dönemlerde fazla süt sorununu çözmeye çalışmalı, inekler sütleri para etmediği için kasaba gönderilmemeliydi. Bu aktörler yaşanan sorunları çözmeye çalışmalı en azından çözme gayreti içinde olmalıydılar.

Ama nafile. Onca paralar ödenerek satın alınan damızlık hayvanlar sütü para etmeyince yetiştiriciliği ekonomik olmak için elden çıkarılmak zorunda kalındı. Şimdi işte o kasaba giden ineklerin oluşturduğu boşluk doldurulamadığı için süt üretimi talebi karşılayamamaktadır.

Bütün sektörlerde olduğu gibi süt sektöründe de süreklilik esastır. Yetiştirici ineğinin sütünün her zaman satın alınmasını ister. Onun nazarında sütün az veya çok üretildiği dönemlerin önemi yoktur. O, ürettiği sütün 365 gün alınmasını ve karşılığının da zamanında ödenmesini bekler.

Süt sanayicisi için de süreklilik gerekir. Üretimde kullanacağı sütü sürekli ve standart kalitede almak ister. Ödemelerinde, depolamada ve pazarlamada planlamalar yaparak en uygun sermaye dönüşümünü gerçekleştirmek ister.

Devletin de bu faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesine yönelik düzenleyici faaliyetleri olmalıdır. Fakat bu üçlü işbirliği ne yazık ki ahenkli bir şekilde çalışmaz. Her biri öncelikle kendi menfaatini düşündüğü için kendisinin dışındakileri yok sayar. Sıkça kullandığımız atasözünde vurgulandığı gibi “El eli yumayınca el yüzü yumaz” olduğunu zora düşünce anlarlar.

Süt üreticileri işleyenleri, işleyenler de üretenleri önemsemedikleri için bir araya gelip karşılıklı olarak sorunlar dile getirilmez. Sonuçta süt üreticileri ürünlerinin değerinde alınıp satılmadığından, süt işleyenler de kaliteli süt alamamaktan şikâyet edip dururlar. Burada dengeyi sağlama konusunda görevli olan devlet de görevini çoğu kere unutur.

Farklı dönemlerde farklı politikalar uygulayarak sorunların temelden çözülmesinden kısa süreli politikalarla günü kurtarmaya bakar. Sonuçta basit sorunlar bile zaman içinde kangrene dönüşür ve artık çözümü neredeyse imkânsız hale gelir.

Öyleyse çözüm ne olmalıdır?

Tabii ki çözüm her aşamadaki sorunları oturup beraberce ele almak ve onları çözmek ya da çözmeye çalışmak olmalıdır. Örneğin, yetiştiriciler hem kendi içlerinde hem de devlet destekleriyle yetiştiricilik sorunlarını (ineklerin döl tutmaması, tırnak sorunları, yem temin sorunları, hayvanların düşük verimli genetik yapıları, hastalıklarla mücadele vs.) çözmeli ve böylece daha kaliteli süt üretme konusunda bir otokontrol sistemi oluşturmalıdırlar.

Bugün ülkemizde milyarlarca döviz ödeyerek ithal edilen damızlıklar yukarıda bazıları sıralanan sorunlar nedeniyle ikinci yavruyu doğuramadan mezbahalara gönderilmektedir. Durum böyle olunca inekten alınacak süt miktarı ve kalitesi gündeme bile alınamamaktadır.

İneklerimizdeki kronik mastitis nedeniyle tonlarca süt memede üretilemediği için yoklar hanesine yazılmakta, üretilenin de kalitesi ciddi anlamda sorgulanamamaktadır. Öncelikle üreticilerin ürettikleri sütün sadece fiyatı ve miktarı ile ilgilenmekten öte kalitesi ile de yakından ilgilenmeleri gerekir.

Süt sanayicileri de iyi bir ürün planlaması ve ürün çeşitlendirmesi ile üretilen sütün tamamını işlemeye gayret etmelidirler. Çiğ süt bedellerini ödemede süreyi çok uzun tutmamalıdırlar.

Doğrudan alım yapmadıkları sahalarda tedarikçilerin üretici ile olan ilişkilerinin sağlıklı bir zeminde yürütülmesinde etkili tedbirler almalıdırlar.

Süt kalitesine göre sadece cezalandırma değil aynı zamanda ödüllendirme uygulaması da yaparak iyi olanı/iyi olmayı desteklemelidirler.

Devlet de denetleyici/düzenleyici gücüyle bu alanda her iki tarafa eşit mesafede mevcut ve olası sorunların çözümü için gayret sarfetmelidir. Örneğin sanayici için küçük bir jest olarak uyguladığı “Okul Sütü Projesi”ni öğretim yılının tamamında ve Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bütün okullarda uygulamalıdır.

Hayvancılık teşviklerini hayvan başına değil, kayıtlı verimini kriter kabul ederek vermelidir. Örneğin günde ortalama 30 litre süt veren inek için verilen teşvik ile hiç süt vermeyen inek teşvikinin aynı olmaması gerekir.

Aynı şekilde 15 aylık iken 500 kilo canlı ağırlığa ulaşan buzağıya verilen teşvik ile 15 ayda ancak 300 kilo ağırlık kazanan buzağının teşviki aynı olmamalıdır. Teşvikler hayvan sayısına değil hayvan verimine göre hesaplanarak verilmelidir.

Bütün tarafların ortak akıl ile hareket ederek çözüm ürettikleri bir birliktelik ülkemiz süt hayvanı yetiştiricilerinin ve süt işleyicilerinin birçok sorununu çözecek ve “Saldım çayıra Mevlam kayıra” anlayışından bizleri kurtaracaktır.

İhtiyacımız olan tek şey birbirimizi dinlememiz, anlamamız ve öncelikler konusunda anlaşmamızdır.

Gelin birlik olalım,
Birlikten güç alalım.
Ne ilgisiz kalalım,
Ne sıkboğaz olalım.
Ne boş verelim dertleri,
Ne de çayıra salalım.

>> Ramazan Gökçe

Prof. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Gıda Bilimleri Ana Bilim Dalı Başkanı. Lisans ve yüksek lisansı İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesinde, doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsünde aldı. Et ve Süt Teknolojileri, Sanitasyon ve Kalite Sistemleri alanlarında bilimsel çalışmaları bulunuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.