Tüm dünyayı kasıp kavuran COVID-19 pandemisi hakkında genel bilgiler sunmak ve korunma yolları hakkında herkesin artık ezbere bildiği detayları burada aktarmak bu yazının konusu da haddi de değil. Bunun yerine, bu beklenmedik ve agresif küresel salgının bizlere öğrettiği (belki de hatırlattığı) bazı noktaları gıda güvenliği özelinde tartışmak hedeflenmektedir. Her akşam televizyon ekranlarında artık ne anlama geldiğini bildiğimiz sayıları takip etmek, her 15 dakikada bir kamu spotları aracılığı ile ne yapmamız ve yapmamamız gerektiği konusunda aktarılan bilgileri tekrar tekrar dinlemek ve endişelenmek rutin alışkanlıklarımız haline geldi.
COVID-19 pandemisinin tüm bireylere ve kurumlara bir iç hesaplaşma ve kendisini test etme fırsatı verdiği de açıktır. Hepimiz amatör birer felsefeci edasıyla bir sorgulama sürecinden geçiyoruz. Hemen herkesin diline pelesenk olan “Pandemi sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” ifadesinin ete kemiğe bürünmesi ile birlikte başka bir kriz ile kaşı karşıya kalma riski oldukça büyüktür.
Bu kriz -gerçekten birçok şey değişirse- bittikten sonraki yeni düzene ne kadar hazırız?
Bu soruya firmaların, kamu otoritelerinin, üreticilerin, tüketicilerin vereceği cevaplar ayrı ayrı olacaktır ve her biri kendine göre önemli olan noktaları öne çıkartmayı yeğleyecektir. Ancak, kaçınılmaz soruyu yani “pandemi sonrası düzene hazır mıyım?” sorusunun yanıtını bulabilenler ve buna göre stratejilerini oluşturmaya başlayanlar şüphesiz avantaj elde edecektir. Halen soru sorma aşamasında olan ve mevcut durum saptaması yapmanın ötesine geçemeyenleri ise ciddi bir kriz beklemektedir.
Şimdi bu yazının özeli olan gıda güvenliği, gıda güvencesi ve COVID-19 ilişkisine odaklanalım. Her şeyden önce FAO, WHO, FDA ve benzeri birçok uluslararası kuruluş COVID-19’un gıda aracılığı ile yayıldığına dair bir vaka yayınlamamıştır. Tersten okursak gıda COVID-19 için bir taşıyıcı vektör konumunda değildir de diyebiliriz.
Tüketicilerin gıdaları kendilerine özgü yöntemler ile güvenli hale getirmeye çalışmaları (örneğin; sirkeli suda bekletme, satın alınan gıdayı bir süre dışarıda bekletme, ambalajlı gıdaların ambalajlarını yıkama vs.) anlaşılabilir bir eylemdir ve eleştirilmesi gereksizdir.
İnsanlar kendilerini nasıl rahat hissediyorlarsa o şekilde davranarak COVID-19 pandemisinin psikolojik hasarlarını azaltmaya çabalıyorlar. Bu cümlelerin sonunda “madem COVID-19 gıda ile taşınmıyor o halde bu kadar endişelenmeye gerek yok” algısı doğmamalıdır okuyucuların zihninde. Genel gıda güvenliği riskleri ortadan kalkmadığı için bilinen gıda güvenliği önlemlerinin aksatılmaması çok önemlidir.
Gelelim pandemi sonrası dünya eskisi gibi olmayacak yargısının geçerliliğine. Kişisel olarak ben de bu yargıya sahip olanlardanım. Peki bu şablon cümlenin altını doldurabilecek birikime sahip miyiz? Emin değilim. Gıda endüstrinde ne, nasıl değişecek? Bunun gıda zincirindeki yansımaları nasıl olacak? Bu soruların yanıtlarının sistematik bir yaklaşımla aranması ve hızla buna uygun stratejilerin geliştirilmesi gerekiyor. Bu sorgulamayı kamu otoritesinin de yapması şart.
Pandeminin yakın planda yüzümüze çarptığı temel sorun bir risk değerlendirme ve yönetimi yetersizliğidir. Gerek kamunun gerekse gıda firmalarının risk analizi, risk değerlendirmesi ve risk yönetimi üçlüsünü daha sistematik olarak işler hale getirmeleri bundan sonra şart olacak.
İkinci bir konu, pandemi sırasında sıklıkla uygulamaya başladığımız ve artık alıştığımız e-ticaret’in pandemi sonrası popülaritesini devam ettireceği beklenmektedir. Tüketicilerin doğrudan belirli gıdaları (özellikle yaş sebze ve meyve) kaynağından elde etme isteklerinde artış olacağı tahmin edilmektedir.
Bu talebi karşılamak üzere ortaya çıkacak birçok fırsatçı pazarlamacının halkın algı ve beklentisini yanlış yönlendirmesi ya da örgütsüz üreticilerin emeklerini sömürmesi karşılaşabileceğimiz bir durum olarak değerlendirilmektedir. Bunun engellenmesi için üreticilerin her zamankinden daha fazla örgütlenmeye ihtiyaç duyduğu açıktır.
Doğru kurgulanan ve işleyen örgütlenme modelleri ile üretici-tüketici arasındaki e-ticaret ilişkisinin sağlıklı bir şekilde yürüyeceği ve gıda zincirinde izlenebilirlik sorununun büyük ölçüde çözümleneceği düşünülmektedir.
Pandeminin olumsuz etkilerinden korunmanın en etkili yollarından birisinin de güçlü bağışıklık sistemine sahip olmak olduğu anlaşılmıştır. Normalleşme sürecinden sonra tüketicilerin daha sağlıklı ve bağışıklık sistemlerini güçlü tutacak gıdalara yönelimlerinde artış beklenmektedir.
Bu beklenti de yanlış yönlendirmeye açıktır ve akla hayale gelmeyecek olan birçok gıda sağlıklı ve bağışıklık destekleyicisi (!) sıfatına kavuşmuş olacaktır.
Bu noktada; geleneksel gıda işleme sistemleri ve modelleri de eskisinden daha yoğun bir şekilde tartışılacaktır. Örneğin; ısısal olmayan gıda işleme teknolojileri (non-thermal food processing) daha yoğun bir şekilde ülkemiz gıda üreticilerinin gündemine girecektir.
Her gıda e-ticarete uygunluk göstermeyebilir. Soğuk zincirin kırılmaması gereken gıda-nakliye ilişkisinde yeni nakliye stratejilerinin geliştirilmesi zorunlu hale gelecektir. Bu durumda gıda tedarik zincirinin tüm halkalarının denetiminden sorumlu olan Tarım ve Orman Bakanlığı’ının e-ticaret denetim mekanizmaları konusunda hazırlıklı olması zorunludur.
Aynı şekilde e-ticaret yoluyla gıda pazarlayan firmaların da gıdaların raf ömürlerini değişen çevresel koşullara karşı koruyabilecek gıda işleme (paketleme dahil) modellerini geliştirmek üzere AR-GE stratejilerini gözden geçirmeleri gerekecektir.
Sonuç olarak; hem kamu hem de gıda firmaları açısından risk yönetimine daha fazla önem verilmesi, gıda tedarik zincirinin kesintisiz takibi ve izlenebilirliğinin sağlanması, e-ticaret’in avantajlarından yararlanabilmek adına üreticilerin örgütlenmeye daha fazla önem vermesi ve tüketicilerde oluşan daha sağlıklı ve doğal gıdalara karşı yönelim eğiliminin doğru yönetilmesi için kamusal önlemlerin alınması gerekmektedir.