2016 yılının ülkemiz süt sektörü açısından zor geçeceği öngörüsü ne yazık ki gerçeğe dönüşmeye başladı. Yılın ilk iki ayında sektörün önemli aktörlerinin ekonomik darboğazı aşamayarak sektörden çekilmeye başlaması, durumun ciddiyetini görmek açısından önem taşımaktadır. Ancak, kriz ifadesini yalnızca süt endüstrisinin ekonomik sorunları ile bütünleştirmek konuyu tek taraflı değerlendirmekten öte bir anlam ifade etmemektedir.
Çok uzun bir süredir çiğ süt birim fiyatlarının değişmeden kalması ve reel fiyatların belirlenen fiyatların da altında yer alması süt sektörünün tüm paydaşlarını sorunun parçası haline getirmektedir.
Süt endüstrisi, stoklarının dolu olduğu gerekçesi ile birçok noktada süt alımını durdurmaya başlamıştır. İlk anda masum bir gerekçe gibi görünen bu durum aslında ülkemiz süt endüstrisinin üretim planlaması ve stratejileri konusunda çok da becerikli olmadığına işaret etmektedir.
Stokların dolu olmasının temel nedenleri, küresel ekonomik durgunluk beklentisi, Rusya’nın batı blokundan süt ürünleri alımını durdurması ve güney sınırımızda yaşanan ve daha da derinleşmesi beklenen bölgesel sorunlar nedeniyle ana dış pazarlarımızın daralması olarak sıralanabilir.
Şüphesiz ki, Rusya-Batı bloku anlaşmazlığı ve AB’de süt kotalarının kaldırılmasının ortak etkileri ile hakim pazarlarımızı Avrupalı süt firmaları ile paylaşmak zorunda kalmamız, bölgesel sorunlar nedeniyle turizm ülkesi olmaktan yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamamız (ki Rusya ile yaşanan son uçak krizinin turizme net etkileri henüz görülmüş değildir) süt endüstrisinin darboğaza girmesine neden olmuştur. Bu olumsuz çevresel koşulların etkilerini kısmen de olsa azaltabilmek yine süt endüstrisinin elinde aslında.
Sektör aktörlerinin katma değeri yüksek, ihraç kapasitesi bulunan süt ürünleri üretimi ile dış pazarlarda alternatifler yaratma girişimlerine hız vermeleri gerekmektedir. Ancak, geleneksel olarak AR-GE mantığına mesafeli duruş süt endüstrisini içe dönük ve standart/klasik üretim sarmalına sokmuştur.
Oysaki, dış pazar tüketici eğilimleri doğrultusunda yenilikçi üretim modelleri uygulanarak yeni ve yüksek katma değerli ürünler geliştirilebilseydi, sektör bir miktar ferahlama fırsatı yakalamış olabilecekti. Örneğin; Rusya’nın koymuş olduğu ambargo sonrası (uçak krizi yaşanana kadar geçen süreçte) bu ülkeye süt ürünleri ihraç etme şansını yakalamış olmamıza rağmen bu şansı iyi kullanamadığımız ortadadır.
Bu noktada yüksek girdi maliyetleri nedeniyle fiyat dezavantajının oluşması ilk planda mazeret olarak ileri sürülebilir, ancak gerçekte Rus tüketicisinin beklentilerini karşılayabilecek çeşit ve kalitede ürünlerin üretimine hızlı geçiş yapabilecek esnek bir üretim altyapımızın olmadığı açıktır.
Süt sektörünün diğer paydaşı olan süt üreticileri de yaşanan krizin tam ortasında konumlanmış durumda. Süt üretimine yönelik girdi maliyetleri tam hız artış gösterirken, süt fiyatlarının 2014 yılı ortalarından bu yana değişmeden kalmasını açıklayabilecek bir gerekçe bulunmamaktadır.
Sorunlar ortada ama çözüm için yetki ve güç sahibi kurum pek ortalıkta görünmüyor. Et ve Süt Kurumunun (ESK) piyasaya müdahalede çekingen davranması, Ulusal Süt Konseyinin (USK) çiğ süt birim fiyatlarının belirlenmesinde kullandığı maliyet hesaplamasının anlaşılmazlığı süt sektörünün her iki ana aktörünün de (üretici ve sanayici) krizin eşiğinde salınmasına neden olmaktadır.
Süt üretiminin kar getirici bir tarımsal faaliyet olmaktan çıkması ve süt ineklerinin kesime yönlendirilmesi durumunda süt arzının olumsuz etkileneceği açıktır. Bu durumun sorunu daha da açmaza sokacağı ortadadır ve acil eylem planlarının devreye sokulmaması durumunda bu son kaçınılmaz gibi durmaktadır.
Et krizinde olduğu gibi ithal ikamelerle bu sorunun çözümü mümkün değildir.
Çözüm olarak; kısa vadede ESK’nın süttozu silahını kullanarak piyasaya müdahale etmesi, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Okul Sütü programını yaygınlaştırarak süt tüketimini ve üretimini cesaretlendirmesi mutlak görülmektedir.
Orta vadede ise, alternatif dış pazarlara yönelecek şekilde dış pazar tüketicisinin eğilimlerinin belirlenmesi ve üretim stratejilerinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Rusya’nın almadığı ürünü hızla bizim pazarlarımıza yönlendiren AB süt endüstrisinin AR-GE yatırımlarına göz atmak söylenmek istenenin anlaşılması bakımından yararlı olacaktır.