Süt ve et sektörlerinin etle tırnak gibi ayrılamaz bir bütün olduğunu anlatan başlıktaki deyişi pek çoğumuz biliriz.
Birinde yaşanan sıkıntı, dolaylı olarak diğerine de yansır. Bunun sebebi, süt üreticisinin çıktısı olan erkek buzağıların et sektörünün girdisi olmasıdır.
Sütte agresif rekabet var
Geçen yıl 1 Nisan itibarı ile süt kotalarının kaldırılmasının ardından Avrupa Birliği (AB) potansiyel süt arzı artışına karşı agresif bir ihracat atağına hazırlanıyordu. Ancak önce Rusya ile bozulan ilişkiler, ardından Çin’in siparişlerini geri çekmesi ile AB’de süt piyasalarının dengeleri bozuldu.
1 Nisan 2015 öncesi 35 ila 36 avro sent olan süt fiyatları hızlı bir şekilde önce 25 avro sentlere ve sonraları da 20 ila 22 avro sentlere kadar düştü. Bugün AB’de süt fiyatı bölgelere göre 20 ila 24 avro sent/lt aralığında. Söz konusu süt %4,2 yağ, %3,4 protein, %8,5 yağsız kuru madde kalite değerlerine sahip.
Bütün bunlarla eş zamanlı olarak yurtdışı piyasalarda endüstriyel süt ürünleri fiyatları da radikal bir şekilde düştü. Geçen yıl aynı dönemlerde 2.400 USD/ton’dan işlem gören süt tozu fiyatları, şu sıralarda 1.250 ila 1.300 USD/ton seviyelerinde. Peynir altı suyu tozu ise 850 USD/ton’dan 550 USD/ton seviyelerine geriledi.
Yukarıda ifade edilen, dünya pazarlarındaki sıkıntıların yol açtığı sert rekabet ortamı, ihracat desteklemelerine rağmen ihracatımızın önünü tıkıyor. Sonuç olarak, dünya süt ürünleri fiyatları düşerken buna ayak uyduramayan maliyetlerimizle ihracatımız bir önceki yıla göre miktar olarak %17 civarında düştü. Stok miktarları endişe edici boyutlara ulaştı.
Bundan sonrası için, en temel önlem aracı, uluslararası piyasalarda istikrarla, sürekli bir rekabet oyuncusu olmak üzere, stratejik esnek destekleme politikaları ile sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır.
Etteki durum Türkiye’ye özgü
Kırmızı ete baktığımızda da durum çok farklı değil. Ancak öteden beri hep dile getirilen “Dünyada sığır eti ucuz, bizde çok pahalı” söyleminin ise irdelenmeye ihtiyacı var. Zira bizim tüketim alışkanlıklarımız ile diğer ülkelerin tüketim alışkanlıkları ve sığır eti tüketimlerinin bu ülkelerdeki diğer et çeşitlerine oranla pazar paylarının incelenmesi gerekir.
Bizim sığır etimizin, küçükbaş ve beyaz etten başka bir alternatifi yok. O yüzdendir ki ancak “anası olmadan danası olmaz” diyerek süt hayvancılığı ile et hayvancılığının desteklenebileceğini öne süreriz. Bu bizim gerçeğimizdir. Bu altyapıdan da vazgeçilmemesi gerekir.
Bu tespitlerden sonra, bir de şu tespiti gözden uzak tutmamalıyız: “Süt ile kırmızı et, olmazsa olmaz temel hayvansal protein kaynaklarıdır.”
Yani temel sorunlarımızın biri düşük tüketim seviyesi/ tüketimde daralma, diğeri “kayıt dışı”nın hala hakim pazar payına sahip olması, bir diğeri ise sürekli damping üzerine kurulu perakende fiyatlarının üretici fiyatlarına baskısı.
Hayvansal protein tüketimimiz düşük
En temel sorunumuz ise her şeye rağmen hayvansal protein odaklı tüketim alışkanlıklarımızın gelişememesi.
Bugün yılda 18,6 milyon ton süt, 1 milyon 150 bin ton kırmızı et üretim miktarına erişmiş durumdayız. Bu miktarın sektörel eğriler ve güncel şartlar göz önüne alındığında, süt için 2016 yılının sonunda 19 milyon tonu, et için ise 1 milyon 200 bin tonu aşması bekleniyor.
Bu, kabaca bir hesapla 78 milyonluk nüfusumuzun, 19 milyon ton üretimle ancak yılda kişi başı 235 litre süt karşılığı süt ürünü tükettiği anlamına gelir. Bu miktar, ABD’de sadece içme sütü tüketim miktarı. Aynı durum kırmızı et için de geçerli. Yıllık kırmızı et üretimimizi nüfusumuza oranladığımızda kişi başı yıllık et tüketimimiz 15 kilo.
Yani bütün bu tüketimde daralma, rekabette sorunlar, yüksek maliyetlere rağmen, daha çok süt, daha çok et üretmeli, sağlık nesiller için daha çok süt, daha çok et, daha çok hayvansal protein tüketmeliyiz.
Bakanlığımız çözüm için çalışıyor
Süt ve kırmızı et sektörleri sıkıntılı bir dönemden geçerken Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda sorunlara çözüm getirmek için çok yoğun bir mesai harcanıyor. Sayın Bakan Faruk Çelik, ilgili kuruluşlar ve sektörün tüm kesimleri ile defalarca görüşerek bilgi alışverişinde bulunuyor ve istişare ortamını son derece rahatlatıyor. Sorunların çok kısa süre içinde çözüme kavuşturulması için hızla harekete geçildiğini görüyoruz.
Bu kapsamda süt sektörüne yönelik doğrudan ve dolaylı çeşitli önlemler alındı. Öncelikle stok sorunu olan sanayiciyi rahatlatmak, üreticinin elinde süt kalmasını ve belirlenen süt fiyatının altında çiğ süt satışını önlemek amacıyla, Et ve Süt Kurumu vasıtasıyla süte müdahale edildi. 24 Mart 2016 tarihinde başlayan bu müdahale ile Türkiye genelinde 1,15 TL’nin altında fiyatların görüldüğü ve arz fazlası olan yerlerde süt alındı.
Henüz Resmi Gazete’de yayınlanmamakla birlikte, Sayın Çelik’in açıklamaları doğrultusunda, desteklemelerde birtakım değişiklikler yapılacağını öğrendik. Buna göre, yeni desteklemeler çiğ sütte kaliteyi esas alacak, doğrudan üretici desteklenecek, aradaki müteahhitler devre dışı bırakılarak süt doğrudan üretici birlikleri tarafından pazarlanacak, birliklerle ilgili yasa çıkarılarak görev tanımı yapılacak, her işletmenin sorumlusu olacak ve durumu rapor edecek. Bu arada, buzağı ölümlerinin önüne geçmek amacıyla buzağı desteklemeleri de önemli miktarda artırıldı.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Faruk Çelik’e, gösterdiği iradeden dolayı müteşekkir olduğumuzu buradan bir kez daha tekrar etmek isterim.
Sektörde istikrara ihtiyaç var
Bununla birlikte, ülkemizde hayvancılık sektörüne verilen destek, 2000’li yılların başından beri belli öncelikler ve ihtiyaçlar çerçevesinde uygulanmakta. Bilindiği üzere bu destekler, kapsam ve miktar olarak yıllık olarak belirlenip açıklanıyor.
Esasen hayvancılık politikalarının uzun vadeli bir stratejiye uygun olarak yürütülmesi gerekli. Bu kapsamda tarımsal destekler yıllık dilimler halinde uygulansa da AB ve ABD’de olduğu gibi çok yıllık mali programlar çerçevesinde planlanmalı ve belirlenmeli.
Hayvancılık sektörü çok kırılgandır. Sektörde istikrar oluşturulması ve korunması fevkalade önemli ve bu orta-uzun vadeli planlama ile kararlılık gerektirir. Hayvancılık ile ilgili desteklerin üretici, sanayici ve tüketiciye etki ve yansımaları kapsamlı olarak değerlendirilmeli. Desteklerin öncelikle üreticiye, üretime devam konusunda güven verici olması gerekir. Başka bir deyişle yatırım yapıp risk alan üretici, “oyunun kurallarının değişmeyeceği” konusunda ikna olmalıdır.
Desteklerin üreticiye, üretici örgütleri üzerinden değil doğrudan ödenmesi en önemli değişikliklerden biri. Birliklerin, odaların ve borsaların daha fonksiyonel olması gerektiği, bununla ilgili bir yasa çalışmasının tamamlanmak üzere olduğunu biliyoruz. Bu kapsamda birliklerin görev ve sorumlulukları, çiftçilerimizi destekleyen, yardımcı olan, çözüm odaklı ve onları zor durumda bırakmayacak şekilde düzenlenmeli.
Mesleki örgütlenmede de çok başlılık bulunuyor. Üretici örgütleri, işlevsel görev dağılımları ile ayrılmalı, genel prensip olarak, ticaret odaklı olmak yerine, kaliteli üretim odaklı bir anlayış benimsenmeli, hayvancılığın önündeki sorunları giderecek çözümlere odaklanmalı.
Diğer yandan sektörde genel bir uzlaşmaya öteden beri ihtiyaç varken, bugün hem et, hem süt sektörlerindeki bu sıkıntılı dönemde bu ihtiyaç kendini daha çok hissettiriyor. Bu ihtiyaç sektörün STK’larında uzlaşma, Ulusal Süt Konseyi (USK) ve Ulusal Kırmızı Et Konseyi’nin (UKON) işlevlerini tam olarak yerine getirerek sektörün çatısında birleştirici rol üstlenmeleri ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın çözüm odaklı yaklaşımını destekleyecek bir uzlaşma ortamının yaratılması ile giderilebilir.