Tarım politikası, tarımsal faaliyetin sosyo-ekonomik ve teknik ortamını etkilemek üzere yapılan devlet müdahalelerinin tümünü ifade eder. 2006 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edilerek yürürlüğe giren Tarım Kanununun 4’üncü maddesinde tarım politikasının amacı şöyle tanımlanmıştır:
Tarım politikalarının amaçları; tarımsal üretimin iç ve dış talebe uygun bir şekilde geliştirilmesi, doğal ve biyolojik kaynakların korunması ve geliştirilmesi, verimliliğin artırılması, gıda güvencesi ve güvenliğinin güçlendirilmesi, üretici örgütlerinin geliştirilmesi, tarımsal piyasaların güçlendirilmesi, kırsal kalkınmanın sağlanması suretiyle tarım sektöründeki refah düzeyini yükseltmektir.
Tarım Politikalarının İlkeleri ve Öncelikleri
Aynı kanunun 5 ve 6’ncı maddelerinde tarım politikalarının ilkeleri ve öncelikleri çok açık bir şekilde belirlenmiştir. 2007 yılından itibaren (12 yıldır) Cumhuriyet tarihimizin rekor düzeydeki teşvik ve destekleme programları uygulanmış olmasına rağmen, maalesef başarılı olunamamıştır.
Hükümet, son yıllarda Milli Savunma Sanayiinde gösterdiği başarıyı, Cumhuriyet tarihimizin rekor düzeydeki teşvik ve desteklerine rağmen Milli Tarımda maalesef gösterememiştir. Şimdi bunların nedenleri üzerinde durmak istiyorum.
Bunun birden çok sebebinin olmasıyla birlikte bana göre en önemli sebebi, elimizde sağlam ve güvenilir veri olmaması nedeniyle reel planlama yapılamaması ve kötü yönetimdir.
En önemli ikinci sebebi de fiyat istikrarı sağlamak gayesiyle ithalat kapılarının stratejik ürünler de dahil ardına kadar ve sıfır gümrükle açılmasıdır.
Savunma sanayiinde yazılan bir başarı hikâyesi vardır. Tarım ve hayvancılık sektörünün ise yazılmış bir hikâyesi yoktur. Bu hikâye rutin çalışmaları proje olarak sunan yöneticilerin yazacağı bir iş değildir. Ülkemizin çok acil bir tarım ve hayvancılık hikâyesine ihtiyacı vardır.
Bu hikaye sektörün bütün paydaşları ile yazılmalı, üreticiler bu hikâyede yer almalı ve bu hikâyeye inanmalıdır. Üreticiler tüm kararlarda söz sahibi olmalıdır. Hayvancılık yönü daha ağır basan bir uzman olarak ülkemizin bu konudaki sorunlarına yönelik bazı tespitler yapmak istiyorum.
Ülkemiz süt sığırcılığında önemli avantajlara sahiptir. Buzağı ölümleri ve hayvan hastalıkları dışında üretim ve verimlilikte çok fazla üretim sorunu bulunmamaktadır. En önemli üretim sorunu girdi maliyetlerinin (yem, ilaç vb.) yüksek olması ve sütte fiyat istikrarının olmaması, süt fiyatının sanayicinin insiyatifinde belirlenmesidir.
Ancak ülkemiz et sığırcılığında dezavantajlara sahiptir. Et sığırının otlayacağı kaliteli meralarımız maalesef yoktur. Mevcut meralarda koyun bile zor beslenmektedir. Meralarımız da zaten yok edilmiş, birçoğunu çiftçilerimiz tarla, sanayicilerimiz işyeri, müteahhitlerimiz konut olarak işgal etmiştir.
Ayrıca; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Kırmızısı, Boz Irkı ile Kara Sığır olarak bilinen yerli ırklarımız ıslah edilip geliştirilmek yerine adeta yok edilmiştir. Bu konuda üniversitelerimiz ve Tarım Bakanlığı Araştırma Enstitülerinin sorumlu olduğu görüşündeyim.
Yakın gelecekte gıda, su, tohum ve ilaç dünya ticaretinde stratejik öneme sahip olacaktır. Dünya siyasetine yön veren ülkeler bu konuda 50-100 yıllık plan yapmaya başlamışlardır. Bizim böyle bir çalışmamız olmadığı gibi 5 yıl sonra ülkemizde gıda üretim sonuçlarını ve gıda fiyatlarını öngörebilen bir mastır plan veya stratejik plan bile bulunmamaktadır.
Oysa, ABD’de üretici en az 7 yıl süreyle, ürettiğini kime ve ne kadar fiyata satacağını bilerek üretmektedir. Daha üretime başlamadan o yıl yapacağı yatırım ile gelir ve gider bütçesini planlayabilmektedir. Bu durum AB’de ise 5 yıl olarak öngörülmüştür. Üretici pazar sorunu ve fiyat riski olmadan sadece verimliliğe ve kaliteye odaklanabilmektedir. Alıcının isteklerine uygun üretim peşinde koşabilmektedir.
Ülkemizde tarım ve hayvancılık sektörü hastalanmıştır. Bu konuda doktor olarak atanan ve halen görev başında bulunan mevcut yönetici ve bürokratlarla hastanın iyileştirilmesi mümkün değildir. Buna bir örnek vermek gerekirse 2009- 2018 yılları arasında devlet tarafından üreticilere ve yetiştiricilere ve bunların temsilcileri olan birliklere sağlanan teşvik ve desteklerin sonuçlarına yönelik somut, bilimsel ve reel verilere dayalı etki veya sonuç analizi bulunmamaktadır. Örneğin yaklaşık 10 yıldır KKYDP ile aynı sürede başlayan IPARD hibe programlarının uygulama sonuçları bulunmamaktadır.
Destekler ile ne kadar katma değer ve istihdam yaratılmıştır? Hangi ürünlerin üretimleri ve verimlilikleri artmıştır? Hangi sosyal sonuçları doğurmuştur? Kırsal kalkınma yatırımları ile kırsaldan göç ne kadar engellenmiştir? Bunların hiçbirini bilmiyoruz ve sonuçları bilinmeyen bu programları uygulamaya devam ediyoruz.
İyi bir doktor reçetesi, hasta dikkatle takip edilerek ve hastalık doğru bir şekilde teşhis edilerek hazırlanabilir. Bu da iyi bir ekip çalışmasını gerektirmektedir. Tedavi ise ortak akıl ve koordinasyon ile mümkündür.
Başarı ancak, kişisel gelecek (ikbal) kaygılarını bir tarafa bırakacak, teorik ve pratik bilgilere ve sahaya hâkim liyakat sahibi yetiştirici, akademisyen ve bürokratlardan kurulacak kurullarla sağlanabilir.
Sadece satanın (tüccarın) değil, üretenin de mutlaka kazandığı bir üretim sisteminin kurulması, sistemin sürdürülebilirliğinin olmazsa olmaz kuralıdır. Bunu sadece hayvancılıkta değil, tarımın diğer üretim dallarında da uygulamalıyız.
Üreticinin de kazandığı bir sistemin kurulabilmesi için Tarım Bakanlığı bünyesinde büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık ile kanatlı, su ürünleri ve seracılık gibi tüm üretim dallarında konusunda uzman, saha tecrübesi olan ve kendi çıkarlarını devlet ve millet çıkarlarının üstünde tutmayan, milli bilinç sahibi üretici, yetiştirici, sanayici, pazarlamacı akademisyen ve tüketici temsilcilerinden oluşan, tarafsız ve bağımsız bölge ve merkez danışma kurullarının oluşturulması gerekmektedir.
Dünyada özellikle gelişmiş ülkelerde uzun yıllardır tarım ve hayvancılık ortak akıl ile yönetilmektedir. Bunu en kısa sürede biz de başarmalıyız. Bu ortak akıl sayesinde oluşturulacak milli tarım politikası ile sorunlar kökten çözülmelidir. Ülkemizde üretime ve ihracata dayalı bir tarım politikasına geçilmesi çok kısa sürede mümkündür.
Ancak belirlenecek bu politikalar kapsamında uygulamaya konan projeler, değişen bir bakan veya bir bürokrat tarafından değiştirilemeyecek milli politikalar olarak uygulanmalıdır. Buna bir örnek vermek gerekirse Okul Sütü Programı ülkemiz üreticisi ve çocuklarının protein ihtiyacı için son derece stratejik bir proje olmasına rağmen bugün uygulamadan kaldırılmıştır.
Ülkemizde üretimi mümkün olan tüm tarım ve hayvancılık ürünlerinin acil olarak yurt dışından ithalatı durdurulmalı veya ithalat gümrük vergileri ile engellenmelidir. Fiyat istikrarını sağlamak için ithalat kapıları ardına kadar açılarak ülkemizin kıt kaynakları heba edilmemelidir.
Ülkemizde tarım ve hayvancılığın ayağa kalkması iki kavram ile mümkün olacağı kanısındayım.
EĞİTİM, EĞİTİM, EĞİTİM… ÜRETİM, ÜRETİM, ÜRETİM…
Bugün sizlerle hayvancılığın sorunlarını ana başlıklar halinde paylaşacağım.
- Tarım ve hayvancılık (bitkisel ve hayvansal üretim, su ürünleri, tarımsal sanayi) envanterinin bulunmaması,
- Hayvan hastalıklarının ve buzağı ölümlerinin çok yüksek olması,
- Bölgesel farklılıklara göre yetiştirme planlarının bulunmaması,
- Bağımsız ve tarafsız üretici örgütlenmesinin olmaması,
- Süt üretim, işleme ve tüketim sorunu,
- Kırmızı et üretim, işleme ve tüketim sorunu,
- Hayvan ıslahının olmaması ve gen kaynaklarının korunmaması,
- Küçük aile işletmesinin yok edilmesi ve kırsaldan göç,
- Teşvik ve desteklemelerin uyumsuzluğu ve tek elden yönetilememesi,
- Yeteri kadar bilimsel araştırmanın yapılmaması.
Değerli Süt Dünyası okurları, sizlere bir sonraki makalemizde bugüne kadarki deneyim ve tecrübelerim ışığında, hayvancılık sektörünün (yukarıda sıraladığım) sorunlarına yönelik çözüm önerileri paylaşmak istiyorum
Bu vesile ile tüm okurlarımıza ve vatandaşlarımıza en derin sevgi ve saygılarımı sunuyor, bereketli ve bol kazançlı günler diliyorum.