Süt, alacakızın memesinden ayrılalı neredeyse 8 saat olmuştu. Bu kısacık ama ona göre bir hayli uzun zamanda önce memelerden sağıldı, sonra hemen oracıkta soğutuldu. Soğuk tankta beklemeye başladı. Bir süre sonra pompalarla nakliye kamyonunun tankına aktarıldı ve o tankla fabrikanın yolunu tuttu. Fabrikaya varınca önce numuneler alınıp yağına, proteinine ve antibiyotikli olup olmadığına bakıldı ki bir üretim kazası olmasın diye.
İncelemelerin hepsinden de yüz akıyla çıkan süt nihayet yoğurt yapılmak üzere standardize edildi, kaynatıldı. Tekrar soğutuldu. Bu esnada onu uyutmaya yetecek kadar maya hazırlandı ve ilave edildi. Yeniden 42-45 dereceye ısıtılıp kaselere, kovalara dolduruldu. Kaseler, kovalar fazla sarsılmadan aseptik şartlarda inkübasyona yani uyumaya götürüldü. O kadar uzun süre soğukta kaldıktan sonra 42-45 dereceyi görünce uykusu geldi, göz kapakları düştü ve oracıkta uyuyakaldı. Uykusunda kendisini üreten hayvancılığımız ve işleyen süt endüstrimiz için çoğu zaman kabus gibi, kimi zaman da mutluluk veren düşler gördü.
Bakalım sütümüz ne düşler gördü:
“Önce inekleri, ahırları, hayvan sahiplerini, bakıcıları gördüm düşümde. Bazen insanların yaşadığı yerler kadar temiz ortamlarda yaşayan inekler gördümse de çoğunluk fışkı içindeydi. Dizlerine kadar fışkı içinde olanlar, bağlı olduğu için dışkı ve idrarının üzerine yatmak zorunda kalanlar, yemliğinde saman bile olmayan yarı aç-yarı tok, bir deri-bir kemik kalmış inekler…
Hâlbuki temiz bir yere yatmak, yeterli ve temiz yemle beslenmek, temiz su içmek her ineğin en doğal hakkı değil miydi? Nasıl ki insanoğlu kendisi için en iyisini istiyorsa sahibi olduğu inekler için de aynısını istemelidir. Çünkü inekler yaşam şartları iyileştirilirse ve beslenmeleri gereği gibi yapılırsa kendilerinden beklenen verimi verebilirler. Ayrıca tırnak, mastitis ve döl tutma sorunlarıyla; buzağı hastalıkları hatta ölümleriyle başa çıkmanın en kolay yolu ahır temizliği ve hijyeninden geçmektedir.
Çok azı mutlu ama geneli mutsuz ve umutsuz hayvan yetiştiricileri ve bakıcıları gördüm düşümde. Nasıl mutlu olsunlar ki; ne ürettikleri süt para ediyor, ne de yetiştirdikleri danalar. Yem başta olmak üzere veteriner hekimlik hizmetleri, aşı ve ilaç fiyatları dövize endeksli olduğu gerekçesiyle sürekli artarken çiğ süt fiyatlarının ve mezbahalarda toptan et fiyatlarının artmaması onları ciddi anlamda endişelendirmekte.
Bütün dünyanın sürdürülebilir süt hayvancılığı için kabul ettiği ‘1 litre sütün en azından 1,5 kilo kesif yem alabiliyor olması’ prensibi ülkemizde çoktan hayal olmuş vaziyette (27.03.2019 tarihi itibariyle ülkemizde 3,6 yağ, 3,2 proteinli 1 litre sütün bedeli 1,7 lira, 1 kilo süt yeminin fiyatı ise 1,6 liradır). Üreticinin eğer varsa kendi tarlasında yetiştirdiği yemler de artan gübre, mazot ve sulama masrafları nedeniyle pek de ucuza mal olmamaktadır artık.
Bu yüzden dişi hayvan kesimleri izinle yapılıyor olmasına rağmen ciddi boyutlara ulaşmıştır. Hatta bu alanın uzmanı olan dergimiz Süt Dünyası son sayısında ‘Sütler yerde, inekler kancada!’ kapağı ile çıkarak kesilen süt ineklerinin dramını ele almıştır. Böylesi bir durumda hayvan yetiştiricileri ve bakıcıları nasıl mutlu olabilirler, nasıl geleceklerine güven duyabilirler ki! Gözleri gibi baktıkları o güzelim ineklerini istemeye istemeye de olsa kasaba göndermek kolay katlanılacak bir durum olmasa gerektir.
Süt işletmeleri gördüm düşümde konkordato ilan etmiş. Süt piyasasının ‘Yem verirsem sütünü alırım’ anlayışı nedeniyle en az 45 günlük açık hesapla çalışan işletmelerin konkordato ilan etmesi süt üreticilerinin birkaç aylık süt bedellerinin ödenmemesi sonucunu doğurmuştur. Zaten olması gereken değerde satılamayan çiğ sütün bir de konkordato nedeniyle bedeli ödenmeyince üreticiler iyice çaresiz kalmıştır.
Yetiştiriciler sıkıntı çekerken süt işleyen işletme sahiplerinin işleri güllük, gülistanlık mı? Tabii ki hayır! Onlar da daralan piyasa şartlarında ürettikleri ürünleri nereye, kime satacaklarını şaşırmış durumdalar. O yüzden şimdiye kadar sadece dini bayramlarda tatil yapan işletmeler şimdilerde hafta sonları da tatil yapmaktalar. Oysa inekler süt üretimlerini 365 gün 6 saat devam ettirmekte, onlar konkordato, bayram-seyran bilmemektedirler.
Öte yandan yetersiz gıda kontrol hizmetleri nedeniyle piyasalarda hilelendirilmiş gıdalar kol gezmekte, tüketiciler en temel gıdaları olan süt ve süt ürünleri konusunda bile tereddüde düşmektedirler.”
‘Aman Allahım!.. Hiç iyi giden bir şey yok mu bu alanda?’ diye sorgulayınca süt üşüdüğünü hissederek uyandı. Nasıl üşümesin ki, üretimden sorumlu gıda mühendisi yoğurt numunesinde pH’ın 4,3’e geldiğini bilgisayarda görünce inkübasyona (uykuya) son verip artık yoğurt olan ürünün ortamına soğuk hava vermekteymiş. Soğukluk da fanlardan üflenen soğuk havadan ileri gelmekteymiş.
İşte yaklaşık 4 saatlik uyku boyunca süt kan-ter içinde kalarak bu kabusları düş diye görmüş. Gerçekten de hayvan yetiştiriciliğinde girdilerde bir ucuzlama sağlanamaz ise düşteki kabusun gerçekte de kabusumuz olacağı, hatta olduğu unutulmamalıdır.
Daha da derin kabuslar görmemek için şimdiden önlemlerimizi alıp tarım ve hayvancılığı “sürdürülebilir” bir yapıya kavuşturmalıyız. Aksi takdirde sütü, eti para etmeyen inekler yasak olmasına rağmen kesilerek elden çıkartılacaktır.
Sonuçta bu konudaki ihmalkârlığımız bize süt, et yetersizliği ve işsizlik artışı olarak geri dönecektir. Bu üç sonuç da halkımızın sağlıklı beslenmesinin önündeki en büyük engellerdir. Bugün acıyan gözlerle baktığımız Afrikalı insanların durumuna düşmemek için bu konulara acilen çözüm bulmalı ve bunları uygulamalıyız!
Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar,
Bakımsızdır ülkemde tarlalar, bahçe, bağlar,
Sahipsizdir ahırda inekler, buzağılar,
Derdi düşer bizlere, gönlüm karalar bağlar.