Sigara tiryakiliğini yermek ve tiryakileri uyarmak için söylenen “Dumanını yel, parasını el alır” deyimi son zamanlarda ülkemiz hayvancılığı için de geçerli hale geldi. Ülkemiz yetiştiricileri ister süt, isterse et açısından yetiştiricilik yapsınlar artık para kazanamamaktan şikâyetçiler. Öte yandan tüketiciler de özellikle et ve sütteki aşırı fiyat artışlarından şikâyet etmekte, bu yüzden tüketimlerini kıstıklarını söylemektedirler. Hayvan yetiştiriciliği ve ürünlerinin üretimi bir ticari faaliyet olduğuna göre burada kazanan kim? Çileyi çeken hak ettiği parayı alamamaktan, parayı ödeyen de her defasında aynı parayla daha az ürün almaktan şikâyetçi olduğuna göre burada hem üreticiyi, hem de tüketiciyi mağdur eden kim?
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de halka ucuza hayvansal gıda yedirmek her zaman resmi otoritenin hedefleri arasında olmuştur. Bunun için dünyada ilk mezbaha 1453 yılında İstanbul’da kurulmuş, o zamanlar daha çok koyun eti tüketildiği için sadece et işini düzenlemek üzere “koyun eminliği” kurulmuş ve yaz-kış et fiyatlarını aynı tutmak için hazineden bütçe ayrılmıştır. Cumhuriyet döneminde hayvanın ete dönüşüm yeri olan mezbahalar öncelikle ele alınmış, 23 Temmuz 1923’te açılan Sütlüce Mezbahası 1926’da soğutma sistemine kavuşturulmuştur. 1952’de Et ve Balık Kurumu (EBK), 1963’te Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) hep bu hassasiyetin sonucu olarak büyük emek ve ümitlerle kurulmuş ve yıllarca amacına uygun olarak işletilmişlerdir. EBK ve SEK 1992 yılında özelleştirmeye açılmıştır. 1995 yılında SEK bütün tesisleriyle beraber özelleştirilmiştir. EBK’nun ise ekonomik üretim yapan tesislerinin çoğu yine aynı yıl satılmıştır.
1980’li yıllara kadar canlı hayvan ihracatçısı olan ülkemiz 1982-1997 yılları arasında aşırı yükselen et fiyatları nedeniyle üreticileri terbiye etmek amaçlı olarak gümrük vergi oranları düşürülerek veya tamamen kaldırılarak et ithal etmiştir. Bu süreçte farklı dönemlerde dondurulmuş kemiksiz lop ve dondurulmuş karkas olarak 342 milyon dolarlık ithalat yapılmıştır. 1997-1999 yılları arasında Deli Dana Hastalığı riski nedeniyle et ithalatı yapılmamıştır. 1995’te AB ile Gümrük Birliği anlaşması çerçevesinde ithal edilmesi konusunda söz verilen 19 bin ton parça et ve 3 bin ton kesimlik hayvan ithalatı 1999 yılından sonra aralıklarla gerçekleştirilmiştir.
2003’ten itibaren yeniden ele alınan hayvancılık politikaları çeşitli projelerle (TAR-ET Projesi-2006, Sözleşmeli Besiciliğin Desteklenmesi Projesi-2007, IPARD-2008/2020 gibi) 2010 yılına kadar ulaştırılmıştır. Bu yılda ortaya çıkan et krizi ve buna bağlı süt krizi (Çünkü et yokluğunda sağım inekleri kesime gönderilmiştir) nedeniyle 2010 Nisanında %145-250 arasında olan çeşitli etlerin gümrük vergileri %0-40 oranlarına düşürülerek AB ülkelerinden karkas et ithal kararı alınmıştır. Başta Fransa olmak üzere Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’dan 2012 sonuna kadar yüzbinlerce ton karkas ithalatı yapılmıştır. Sadece Fransa’dan yapılan ithalat 250 milyon dolardı. Bu ithalat nedeniyle 2009’dan beri mallarını satmakta zorlanan Fransız çiftçileri adına Fransa Tarım Bakanı Stephane Le Fool “G20 toplantısında etkin kararlar alınmasındaki çalışmaları” gerekçesi ardına sığınarak dönemin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’e Aralık 2012’de “Şövalye” nişanı verdi. Bu nişan 1883’ten beri her yıl tarım alanında başarılı olmuş kişi veya kurumlara verilmekteydi ve bu defa başarı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Bakanına nasip olmuştu(!).
Sayın Bakanın Şövalye nişanı aldığı sıralarda ülkemiz yetiştiricileri -para etmediği için- sütlerini derelere dökmekteydi. Çünkü ülkemize 2001’den beri buzağı beslemede kullanılmak üzere her sene AB’den artan miktarlarda (2001’de 18 bin 280 ton, 2002’de 26 bin 904 ton, 2003’de 28 bin 280 ton, … 2007’de 58 bin 264 ton) “buzağı maması” adı altında yağsız süt tozu ithal ediliyordu. Yapılan hesaplamalar buzağı mamasının, beslenmesi gereken buzağıların hayli üstünde buzağıyı besleyebilecek miktarda olduğunu gösteriyordu ama buzağı maması da her sene artan oranda ithal edilmeye devam ediyordu.
Takip eden yıllarda DAP, GAP, KOP, DOKAP, Genç Çiftçi Projesi, Buzağı Yılı gibi doğrudan hayvancılık hedefli projelere rağmen 2017’de ülke yine et krizine girmiş ve tekrar et ithal etme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Önce Sırbistan’dan, sonrasında Bosna-Hersek’ten Et ve Süt Kurumu (ESK) marifetiyle yapılan ithalatlar kesmemiş olacak ki bu defa ucuza nerede varsa oradan et ithal kararı alınarak yine yabancı yetiştiricileri sevindirme projelerine devam edildi. Bu esnada ucuzluk sağlayacağına inanılan et ithalatının bir türlü beklenen ucuzlamayı da sağlamadığı görüldü. Ucuz etin dağıtımının yeterli yapılamadığı endişesi ile ülke geneline yayılmış şube yapısına sahip marketlere bu eti satma yetkisi verildi. Fakat yine de perakende et fiyatları beklenildiği gibi düşmedi. Et ithalatı kararı damızlık ve kasaplık hayvan ithalatı ile beraber 2013 – 2018 yılları arasında toplamda yaklaşık 3 milyar 130 milyon dolarımızın yabancı ülkelere transfer edilmesine sebep olmuştur.
Bütün bu süreçlerde üreticiler neler yaptı? Üreticiler atsan atılmaz, satsan satılmaz hayvanları ile başbaşa kaldı. Bütün bu olup bitenlerden haberi olmayan hayvancağızlar tabi ki normal hayatlarını sürdürüp beslenebildikleri ölçüde et, süt vermeye devam ettiler. Fakat yem fiyatlarının yüksek olması onların da yeterince beslenememesi sorununu ortaya çıkardı. Böyle olunca inekler vermesi gereken sütü veremedi, kızgınlık gösteremedi, gösterse bile döl tutmadı. Doğan buzağıların %5-20’si Bakanlığın özel teşvik uyguladığı “buzağı yılı”nda bile ilk bir ay içerisinde öldü. Hayvan yetiştiricileri bütün bu şartları göz önüne alıp düşündü ve bu işi böyle sürdüremeyeceğini anladı. Elinde avucunda ne varsa satarak sigortalı ve asgari ücretli bir iş bulurum ümidiyle şehrin yolunu tutmak için gün saymaya başladı. Dolayısıyla mahalleler (yani köyler) boşaldı, şehirlerin etrafında yeni şehirler oluştu.
Geldiğimiz noktada bir gizli el ülke hayvancılığının gelirini ve geleceğini kimselere farkettirmeden alıp götürmektedir. 2017’de başlayıp halen devam eden ithal et uygulaması toptan karkas fiyatlarında 2 TL/kg ucuzluk sağlamanın ve süt fiyatlarında 6 ayda arttırılması gereken fiyat belirleme süresini 9 aya yükseltmiş olmanın dışında hiçbir işe yaramamıştır. Hatta Ağustos 2018’den bu yana %100’den fazla fiyat artışları görülmüş, kazanan ne yetiştirici, ne de tüketici olmuştur. Oysa ülkemiz yaklaşık 16 milyon sığır, 36 milyon koyun, 11 milyon keçi ve 161 bin manda varlığı ile sayıca Avrupa’nın 2’nci büyük hayvan yetiştiricisidir. Yetiştiricilerin kazancı ve tüketicilerin beklentileri ise hayvancılıkta Avrupa 2’ncisi bir ülke olmanın fersah fersah uzağındadır.
O zaman soruyu bir kez daha soralım; çilesini çektiğimiz hayvancılığın kazancı nereye gidiyor?
Bir kuzu doğsa ağılda,
Çayırda otu biten memleketim.
Ne oldu sana böyle verimsizsin?
Yoksa kıtlığını bize bırakıp,
Bolluğunu başkalarıyla mı paylaşıyorsun?