Üç yıldır ithalat gündemden düşmüyor. Bir milyonun üzerinde damızlık gebe düve ithal edildi. Bu gebe düveler doğum da yapınca, iki milyonun üzerinde kültür ırkı damızlık süt ineği sektöre girmiş oldu.
Süt hayvancılığını teşvik etmek için 6,5 milyar lirayı geçen faizsiz krediler kullandırıldı. Böylece 50 baş ve üzeri süt çiftliği sayısı 14 bini geçti. Hayvancılıkta verimliliği arttırmak ve ölçeği büyütmek için yapılanlar sektörü büyütüyor. Ancak, zaten kısıtlı olan yem kaynaklarımız talebi karşılamakta zorlanıyor.
Sektöre dışarıdan iki milyon kültür ineği eklendi. Bu ithalat furyasının olduğu dönemde, Türkiye’nin hayvan varlığındaki artışla orantılı olarak yem kaynaklarının da geliştirilmesini söylüyorduk. Yurtdışından getirilen her bir hayvanın beslenmesi için yem de hesaba katılmalıydı.
Hem kaba yem, hem de fabrika yemi maliyetleri zaten yüksekti. Talep de artınca saman bile süt fi yatının 1,5 katına çıktı. Saman fiyatlarındaki artış ne kadar kuraklığa bağlansa da, asıl neden hayvan varlığı artarken aynı oranda yem kaynaklarının geliştirilmemesinden kaynaklanıyor.
Tarım Bakanı Mehdi Eker, “Çiftçiyi memnun etmek için hububat üretimini destekliyoruz. Çiftçiyi hububatını satarken de destekliyoruz. Rekabetçi olmayan maliyetlerle ürettiğimiz bu hububattan da fabrika yemi yapılınca, yemin ucuz olmasını beklemeyin” diyor.
Evet, Türkiye Bakan Eker’in deyimiyle yarı kurak bir coğrafya. İklim ve arazi yapımız sığırcılığa, meralarımız ineklere elverişli değil. Kaba yem üretimimiz yetersiz, yem sanayinin hammaddesi olan yağlı tohumlarda da açığı ithalatla kapatıyoruz. Durum böyle iken sığırcılık yatırımları bu ülkede neden hesapsızca destekleniyor. Tezat gibi gözüken bu durum aslında Türkiye’nin ekonomik kalkınma ve endüstrileşme politikalarının bir ürünü.
Süt üretimini artırılması desteklenirken yem kaynaklarımızın yetmeyeceğini hükümet göremiyor mu? Bence bu öngörülen bir durum, Türkiye’nin kalkınma ve sanayileşme politikalarında, ithalat ve ihracat rejiminde temel yaklaşım biraz böyle.
Genelde sanayi sektörü, hammadde ve yarı mamul madde ithal ediyor, bunları işleyerek iç ve dış pazarlara satıyor. Bu, Türkiye’nin kalkınma modelini oluşturuyor. Bu model hayvancılıkta ve süt endüstrisinde de uygulanmaya çalışılıyor.
Damızlık hayvan ithalatı ve çiftlik yatırımlarının desteklenmesiyle hayvancılıkta da bunu alt yapısı oluşturuldu. Süt çiftliklerine hammaddenin (yem) temini için sıra kaba yemden (saman, ot, yonca) sonra fabrika yemi (karma yem) ithalatına geldi. Aslında yem ithalatı zaten, yem olarak olmasa da hammadde olarak yapılıyordu. Yem sanayimiz işlediği hammaddenin yaklaşık yüzde 85’ini ithal ediyor. İşin özünde değişen bir şey yok, sadece ithalatın yem olarak yapılması tartışılıyor.
Hayvancılık yeme bağımlı, yem sektörü ise dışa bağımlı. Bu nedenle hayvancılık sektörü zaten dışa bağımlı gelişiyor. Hayvancılığımızın dışa bağımlı olmasını istemiyorsak bunun bir tek yolu var, o da yem kaynaklarını geliştirmek.
Ahırımızdaki her bir hayvanın çayır ve tarlamızda karşılığı olursa, hayvancılık kendi ayakları üzerinde duran bir sektör olabilir. Yani ne kadar süt ve et üretmek istiyorsak, o kadar da yem üretmeliyiz.