Büyük Türkçe Sözlükte “Sütten kesilmek”, yetersiz bakımbesleme, hastalık veya yavrunun emmemesi nedeniyle anneye sütün gelmemesi, annenin süt vermemesi” olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde yeterli bakım-besleme yapılamayan ineklerimiz de önce süt verimini azaltmakta ardından tamamen kesmektedir. Hâlbuki süt verimi fizyolojik bir olgudur ve yavru doğuran inekler normal şartlarda yeniden gebe kalıp doğumuna iki ay kalana kadar süt vermeye devam etmektedirler.
Endüstriyel yem üretiminde temel yem hammaddesi olan soya fasulyesi ve mısırda net ithalatçı olan ülkemiz, artan döviz fiyatları nedeniyle bu hammaddeleri pahalıya temin etmektedir. Pahalıya malolan bu temel hammaddeler yem fiyatlarında aşırı artışa yol açmış ve üreticiler yem alamaz hale gelmişlerdir. Önemli oranda sanayi yemi ile hayvancılık yapan yetiştiriciler sattıkları ürünlerin (et, süt) fiyatını da kendileri belirleyemediklerinden ya hayvanlarını elden çıkarmaya ya da yarı aç yarı tok beslemeye çalışmaktadırlar.
Tam olarak doymayan inekler yediği yemi öncelikle bazal metabolizması için harcadığından süt verimi azalmakta, hatta tamamen kesilmektedir. Sütü kesilen inekler doğal olarak sahibinin kendisini kasaba göndereceği günü beklemektedir. Bazı okuyucularımız “Bu sorun zaten ülkemiz geleneksel hayvancılığının olağan sorunudur, ineklerin tok olduğu zaman mı vardı?” diyerek sorunu olağan görebilirler. Fakat bu defaki yetersiz besleme geleneksel hayvancılık yapanların yanı sıra profesyonel çalışanları da kapsamaktadır. Çünkü çiğ süt fiyatı belirleme tebliğinde fiyat tespitinin Ocak ve Haziran aylarında olmak üzere yılda iki kez yapılacağı belirtildiğinden 2019 Ocak ayına kadar çiğ süt fiyatı değiştirilemeyecektir. Dolayısıyla pahalı yem-ucuz süt sarmalında kalan yetiştiricilerin ellerinde uygulayabilecekleri bir yöntem de bulunmamaktadır.
Bu noktada yetiştirici birliklerinin gerek Bakanlık gerekse süt sanayicileri nezdinde girişimlerde bulunarak çiğ süt fiyatlarını güncelletmeleri beklenebilir. Ancak 2015 yılından bu yana hayvancılık teşviklerinin doğrudan yetiştiricilerin hesabına yatırılması çoğu yetiştirici birliklerini sadece tabela birliği haline dönüştürmüş, yetiştiricilerle olan organik bağlarını kesmiştir. Şu anda birkaç ildeki başarılı birlik yönetimlerinin de gücü buna yetmeyecektir.
Geliştirilmesi için son yıllarda teşvik üstüne teşvik açıklanan, milyarlarca liralık bütçeler ayrılan hayvancılığımızın geldiği durum gerçekten içler acısıdır ve kısa vadede çözüm üretilemez ise süt endüstrisi işleyeceği sütü ithal etmek zorunda kalacaktır. Hayvan yetiştiriciliğinde en önemli girdi yemdir ve toplam maliyetin yüzde 65-70’ini oluşturmaktadır. Ülkemizde sağlıklı ve sürekli bir mera hayvancılığı yapılamadığından yem girdisi daha da önem kazanmakta ve yetiştiriciler saman başta olmak üzere neredeyse bütün yemleri satın alma yoluyla karşılamaktadırlar.
Satın alınan yemler önemli oranda peşin para ile satın alınmakta ve sezon boyunca elde edilecek ürünlerle hem borçlar ödenmekte hem de aile geçimi sağlanmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla ülke hayvancılığı “Önce harca, sonra kazan” anlayışı ve son dönemde yem ve diğer girdi (Veterinerlik hizmetleri, ilaç-aşı, suni tohumlama bedeli vb.) maliyetlerinin artması fakat ürün fiyatlarının sabit kalması sonucu büyük bir darboğaza girmiştir. Yaşanan bu darboğazı atlatmanın tek seçeneği en büyük harcama kalemi olan yemde kısıntıya gitmektir.
Yemde kısıntıya gidilmesi halinde hayvanın karnı doymamakta veya doysa bile gerekli besin unsurlarını alamamakta, içgüdüsel olarak kendini korumaya almakta ve ürün verimi (et, süt) düşmektedir. Nitekim hayvanlar maksimum verim kapasitelerini bütün besin ihtiyaçlarının tam karşılanması ve huzurlu bir ortamda yaşatılmalarıyla ancak sergileyebilirler. Aksi takdirde biz insanlar için söylenen “Almadan vermek Allah’a mahsustur” deyimi hayvanlar için de geçerlidir ve süt/et verimi ciddi boyutlarda düşmektedir. Hayvanlardan elde edilen süt miktarının, hatta hiç arzu etmiyor olmamıza rağmen inek sayısının azalması sanayiye gönderilen süt miktarının da azalmasına yol açacaktır. Et gibi uzak mesafelere nakli pek mümkün olmayan sütün yetersizliği ithalat ile de karşılanamayacaktır.
Bu durumda süt işleme tesisleri zaten düşük olan kapasite kullanım oranını daha da düşürecek, gerekirse işçi çıkartacak belki de konkordato ilan edecek, bu süre sonunda başarısız olursa piyasadan tamamen çekilmek zorunda kalacaktır. Bu, her ne halde olursak olalım hiç arzu etmeyeceğimiz bir durumdur.
Çünkü süt, en temel gıdaların başında gelmektedir. Bütün hayat dönemlerinde önemli olmakla beraber özellikle bebeklik, hatta çocukluk döneminin onsuz yaşanması neredeyse imkânsızdır.
Hayvancılıkta yem girdilerinin maliyetinin artması fabrikalara giden süt miktarının azalmasına sebep olur. Bunun sonucunda daha az süt, yoğurt, peynir, ayran gibi temel besin maddeleri almamıza yol açacak tehlikeli bir süreçtir. Yıllardır çeşitli teşviklerle geliştirmeye çalıştığımız süt hayvancılığına darbe vuracak bu duruma bir an önce çözüm üretilmelidir.
Eğer soya fasulyesi ve mısır ülkemizde yeterli miktarda üretilemiyorsa -ki öyle olduğunu biz de kabul ediyoruzülkemizin Afrika ülkelerinde kiraladığını bildiğimiz büyük tarım alanlarında bu yem hammaddeleri üretilmeli ve yem sanayine ucuz hammadde olarak verilmelidir. Yem sanayicilerinin de bu hammaddelerle üretecekleri yemleri uygun fiyatla satıp satmadıkları takip edilmelidir.
Ayrıca yetiştiricinin kendi yemini üretmesi teşvik edilmeli, yem üretimindeki en temel girdiler olan mazot, gübre ve tohum konusunda yetiştiriciler desteklenmelidir. Ancak bu sayede hayvan yetiştiricisi, yem üreticisi, süt sanayicisi ve en önemlisi bu ürünleri tüketerek sağlıklı ve üretken bir toplum olarak hayatını sürdürecek olan Türk halkı kazanacaktır.
Ne güzel söylemiş düşünüp de atalar;
El eli yumayınca el yüzü yumaz imiş.
Uzay çağı, bilgi çağı olsa da,
İnekler doymayınca sütünü salmaz imiş.