Süt fiyatları, basmakalıp yanlışlar ve düzenlenemeyen piyasa

Ulusal Süt Konseyi, kendi ifadeleri ile (misyonları); sektörün gelişimi için bilimsel yollarla politika üretir, uygulanmasına öncülük eder ve piyasa düzenlenmesinde görev üstlenir. Kuruluşu 2008. Şimdiye kadar ‘politika’ ‘öncülük’ ve ‘düzenleme’ hususunda herkesin bir şeyler beklediği Sayın Bakanın bile sıkışınca topu attığı kurum sonunda Türkiye’de bir litre çiğ sütün ortalama maliyetini açıkladı. Yönlendirenler üreticiler ama kurumun girdiği yol yanlış.

Hiç kar etmeden satıldığı varsayılan sütün fiyatı İç Anadolu’da 0,97, Ege’de 1, Marmara’da 1,19 ve Karadeniz’de 1,26 TL olarak hesaplanmış ve ortalama 1,1, TL olarak açıklanmıştır. Konsey her yetiştiricinin 25 kg silaj, 6 kg yem, 3’er kg’da yonca ve saman kullandığını, yetiştiriciye gelir kaydedilen buzağı için 365 günde 1 buzağı alındığını, 365 gün boyunca 20 litre sağıldığını varsaymıştır. Bizim ülkemizde bu şekilde bir besleme ve uygulama ne kadar yaygın ki? Üstelik buzağının muhtemelen doğunca satıldığı varsayılmış, bu da doğru değildir. Kazanılan buzağı parası için Konsey’in hesabıyla, 1 sene bekledim ama buzağıyı satana kadar yedirdim-içirdim risk aldım o ne olacak? Kısacası bu hesaplar masa başında hazırlanmış, ülke gerçekleri ile örtüşmemektedir.

Üretici “süt maliyeti bile kurtarmıyor” dedi diye üretenlerin kaç para kazandığına neden takılıyoruz? Süt üreten hiç para kazanmadan bu sütü satsın mantığı ile hesap yapmak da ne demek. Bu kadar detaylı (!) çalışmada bu işi sürdürebilmeleri için şu kadar da kazanç takdir ettik denilseydi bari. Denilecek ki kazanç buzağıydı biz de hesaba dahil ettik. Yani diyorlar ki süt satarak para kazanılmaz. Zaten bu mantık üreticiyi bu hale getirdi. Sütü elinden alan alana Konsey de durumu resmileştirmiş.

Kaldı ki mantık ‘yetiştirici kaça mal ediyor’ olduğu sürece bu iş çözülemez. Bu durumda ‘karşı taraf’ (süt alan/işleyen/satan) silajı, samanı, yoncayı kendi üreten şuna mal eder bir de böyle hesap edin demeye başlar. Bu durum isteyerek/istemeyerek üreticiyi “maraba” ya da “taşeron” yerine koymaktır.

Yetiştirici silaj, saman, ot, arpa vs. üretirken para harcadığını unutulmakta, hayvanı sadece yemciye ödediği parayla beslediğini sanmaktadır. Bu durum Süt Konseyi’nde de tezahür etmekte ve -nasıl hesaplandıysa- yem/süt paritesini (1,3) olarak açıklamaktadır.

“Vatandaşımız ucuz et, süt, yumurta tüketsin” sloganına kimse karşı çıkmıyor. Ancak, bu işler gündeme her geldiğinde yetiştiriciye ‘getir bakalım hesapları’ demek, ondan feragat beklemek yanlış. Bunları alanın, işleyenin, satanın da maliyet hesaplarını yapın o zaman. Diğer aktörler (tarım, yem, sütçü, işleyen, satan/market vs) piyasa koşullarına göre hareket ederken, domatesin-biberin-doğalgazın-petrolün vs. fiyatları piyasa koşullarına göre belirlenirken et, süt, yumurta ‘ucuz’ olsun ‘sabit fiyat’ olsun da ne demek?

Gelelim madalyonun öbür yüzüne; süt işleyenler kimsenin kafasına silah dayayıp süt almamaktadır. 2012 de 0,90 TL olsun denilen sütü bugün bile 0,60-0,70 TL’den başkaları satmamaktadır.

İşin özü, Süt konseyi 1,1 TL’nin yetmeyeceğini biliyor. Ama düşük fiyata satanlar çoğunlukta. “Paran varsa ahır yaptır-hayvan al” uygulamasının dünyanın hiçbir yerinde çalışmayacağını, kendi kaba yemini üretmek zorunda olduğunu vurgulamalı hatta zorlamalı. Yaptıkları maliyet hesabını ülke ve hayvancılık gerçeklerine göre yapmalı, adını maliyet değil ‘taban fiyat’ koymalı. Belli başlı standardize ürün, krema gibi sütün en çok kullanıldığı ürünlerde de taban fiyat açıklamalı. Bu konudaki handikaplar neyse ortaya koymalı, çözüm üretmeli. Piyasanın karışmasını beklemeden koyun, keçi, manda için de taban fiyat açıklanmalı.

Ülkemizdeki tablo şu: Ciddi tonajlarda süt üretiyoruz (Dünya süt üretiminde ilk 10’dayız). Ancak hayvan başı verim (3,8 lt/sığır/gün) düşük. Sütü süt olarak tüketmiyoruz (peynir-krema tereyağı vs olarak tüketiyoruz ). Sütte kalite standardımız yok. Yem paramızı sütçüye ödettiriyoruz. Kayıt altına alınmak istemiyoruz. Elimizdeki işletme başı hayvan varlığımız çok düşük (5 baş). Damızlık ve süt işine başlayan yeni işletmeler kendi yemini üretecek altyapı, donanım ve bilgiye sahip değiller. Kullanılan hammaddeler (sadece fabrika yemi değil) piyasa koşullarına göre (!) %50-300 artarken ve kimse ses çıkarmazken, elinde hammaddesi olan bunu hayvanına yedirmek yerine ‘bu yemi samanı, otu satsam daha karlı olmaz mıyım, diye sormaz mı?

Sonuç: Süt Konseyi’nin açıkladığı fiyat kısmen kaliteli (veya en az 500 litre süt) üretenin işine yarayacak. Küçük işletmeler ‘ucuz’ mal satmaya devam edecekler. Keza Konsey 1,1 TL öneriyor ama ‘çalışmalar tamamlanıncaya kadar piyasada oluşmuş referans çiğ süt fiyatlarında bir gerileme yapılmaması tavsiye edilmektedir’ şeklinde de konuyu bağlamışlar. Çalışmalar 8 ay da sürebilir, fiyatı kıpırdatmasak da olur yani. Zaten bu iş sıkıntı yaratmaya başlayınca her konuşmasında neredeyse sadece verdiği desteklerden başka bir şey söyleyemeyen Sayın Bakan süt primini artırdı.

Çoğunluğu kalite standardı, kayıt, vergi istemeyen bu küçük üreticilerin sütü çoğunlukla peynir ve krema kısmında değerlendirilmektedir. Bu ikisi öyle bir alan ki içlerinde en zararsızından suyla bile (nem oranı) para kazanabilirsiniz.

Büyük alıcılar takipte olduğundan (her sütü alamıyorlar), ellerinde fazladan içme sütü olduğundan bu bölüme yüksek fiyatla neden girsinler. Konsey’in yapabilecekleri sınırlı… Esas muhatap Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı’dır. Kendileri 3-5 hayvanı olan ortadan çekilsin/kaybolsun diye beklediğinden (politika) konuya muhatap olmamaktadır. Köylüden ümidi kestiği için bekledi ki büyük işletmeler buraya girsinler.

Sonuçta süt miktarı ‘talep olmadığı halde’ arttı. Şimdi bu küçükler büyüklere ayak bağı olmakta. Aslında, küçük işletmeler bizim köy ve mezralarımızın garantisidir. Şehirleşme %75’e çıkmışken daha fazla insanı şehre çekmek (ucuz işgücü) ülke ekonomisine, sosyal alt yapısına fayda sağlamaz, kaybolmalarını beklemek yerine onları da büyütecek ve sütlerini kaliteli olarak değerlendirecek politikalar üretilmelidir.

Süt Konseyi çiğ süt maliyetini hesaplamayı bırakmalı, yapmak istiyorsa piyasa ve ülke şartlarını dikkate alarak, her 3 ayda bir ‘taban fiyat” açıklamalıdır.

İşini sadece çiğ süt olarak görür bunun üretimi ve ürünlerinin satışındaki fiyat dalgalanmalarına müdahale edemez ise kimse açıkladığı fiyatı dikkate almaz. Keşke bakanlığın yap(a)madığı 5 sene 10 sene sonraya ait “politika, öncülük, düzen”in içini doldurabilseler.

Birliklerin mutlaka şimdiden önlem alınıp düzeltilmesi gerekiyor. Bu yapı, mantık ve işleyişle yetiştiriciye faydaları tartışılır. Yetiştirici pazarlık yapılabilecek miktarlarda kaliteli süt üretmelidir. Ancak, kaliteli kaba yemi de üretmek zorundadır. Sütü, eti kaça mal ettiğini iyi hesap etmeli, farklı besin/yem alternatiflerini değerlendirmelidir. Konsey ya da Bakanlığın piyasalara hakim olması gerekmektedir. Saman, silaj, yem, peynir vs. “süt fiyatını” etkileyen her ne var ise aylar sonra değil, hızla çözülmelidir.

Kaba/kesif yemciler “Şu fiyata kardeşim alırsan” sütü alan “Şu fiyat kardeşim satarsan” derse ve kimse müdahale etmez ise; sütü üreten sütü kaça sattığını bilmez aylar sonra ‘alıcının takdir ettiği’ fiyata razı olursa bu iş yürümez.

UHT işleyen firmaların yerine pastörize süt üreten orta ölçekli işletmelerin önü açılmadığı sürece ‘içme sütü’ kurtarılamaz. Okul sütü “fiyat kırma” aracı olarak değil piyasa düzenleme aktörü olarak kullanılmalıdır.

Sütlerin yetiştiriciden kaça alındığının belgesi istenmeli, üreticiden düşük fiyattan süt alanın ihalesi iptal edilmelidir.

Piyasada süt kalitesi zorlanır ve takip edilmeye başlanırsa fiyat kendiliğinden yükselecektir. Bu durum ne yazık ki küçük üreticiyi mağdur edecek ve süt 1,5 TL bile olsa sütünü satamayacaktır. Küçük denilince konuyu açalım; Avrupa da bu rakam 2006 da 35 baş hayvanı olan içindi, şimdi 70 baş hayvan için. Yani bu “küçük” kavramı her sene bizde de büyüyecek, bugünün 50 başları da küçük kalacaklar.

Bu kaçınılmazdır ve ‘serbest bırakılan, düzenlenmeyen’ piyasaların hareketidir. Yumurta üretenler güzel bir örnektir. On sene önce de küçükler piyasada duramıyordu bugün de duramıyorlar. Ama on sene öncesi ‘orta büyük’ denilen hayvan sayılarına bugün ‘küçük’ deniliyor.

_____________________

* Doç. Dr. Fatih M. Birdane, Afyon Kocatepe (AKÜ) Üniversitesi  Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi, Afyonkarahisar Veteriner Hekimler Odası Başkanı

>> Konuk Yazar

Dönemsel yazı yazanlara "Konuk Yazar" köşemizde yer veriyoruz. Konuk yazarlarımızdan bazıları: Çapar Kanat, Prof.Dr. Ender Yarsan, Doç.Dr. Fatih M. Birdane, Prof.Dr. Harun Baytekin, Prof.Dr. Harun R. Uysal, Hayri Tuna Yükselen, İbrahim Ethem Can, Kamber Güler, Mehmet Ayaz, Mustafa Düzgün, Prof.Dr. Tayfur Bekyürek, Prof.Dr. Tayfun Özkaya.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.