“İnovasyon” kulağa çok hoş gelen yabancı kökenli bir kelimedir. “Yaratıcı yenilik” olarak da çevirmek mümkün bu tek sözcüğü. Son yıllarda çok sık kullandığımız ancak içini pek dolduramadığımız bu sözcük aslında şirketlerin sert rekabet koşullarında varlığını güçlenerek sürdürebilmeleri için kilit bir öneme sahiptir.
Ülkemiz süt sanayi yenilikçi yaklaşımları ve yaratıcı fikirleri hayata geçirme konusunda çok çekingen bir tutum içerisindedir. Rekabet koşulları, süt üzerindeki spekülatif tartışmalar, fiyat dengesizliği, işletme sayısının çokluğu, kayıt dışı üretim gibi birçok neden bu çekingenliği haklı göstermeye yeterli gerekçelerdir.
Ancak, klasik süt ürünleri pazarının giderek daralması ve tüketicinin (en azından belirli alım gücüne sahip tüketici gruplarının) farklı ve sağlıklı(!) ürünlere olan talebindeki artış süt işletmelerimizin yeni ürün ya da üretim süreci arayışlarına gitmelerini zorunlu kılmaktadır.
Her gelir ve eğitim düzeyinden tüketicilerin çiğ süt/sokak sütüne yönelmesi ve endüstriyel süt ürünlerine karşı mesafeli duruşu tüketicilerin sağlıklı ürün arayışının bir yansımasıdır aslında. Bu noktada, tüketicilerin beklentilerini doğru oluşturup bu beklentiyi karşılamak amacıyla arayışlarını yanlış kanallarda sürdürdükleri de açıktır. Bu çelişki süt işletmelerimiz için büyük bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsatın iyi değerlendirilmesi firmalara ekonomik katkı sunacağı gibi tüketicilere sağlıklı ürün tüketme olanağı da tanıyacaktır.
Sözü daha fazla dolandırmadan öze vurgu yapmakta yarar var. Kısaca; sağlık etkileri klinik olarak gösterilmiş yeni süt ürünlerini üretme konusunda girişimler hızla başlatılmalıdır. Bu girişimler çok büyük altyapı maliyetleri gerektirmemektedir.
Süt ve ürünlerinin fonksiyonel bileşenlerce katkılandırılması/ zenginleştirilmesi, süt teknolojisi – sağlık ilişkisi konusunda sanayi – üniversite işbirliği ile nitelikli çalışmaların yürütülmesi, firmaların Ar-Ge merkezlerinin daha interaktif bir pozisyon almaları ve Ar-Ge’nin know-how transferinden çok farklı bir kavram ve yaklaşım olduğunu benimsemeleri gerekmektedir.
Şüphesiz ki, yeni bir ürün piyasaya sürmek çok ciddi bir pazar analizi gerektirmektedir. Ancak, yeni bir ürünün hedef kitleye doğru tanıtılması durumunda bu risklerin azaltılabileceği de bilinen bir gerçektir. Süt işletmelerinin ürettiği ürünlerin zararsızlığını kanıtlamak zorunda kalmaları üzücü bir durumdur. Bu noktaya gelene kadar geçen süreçte süt endüstrisinin taktiksel hatalar yaptığı şüphesizdir.
Artık daha proaktif bir rol üstlenmenin ve üretilen ürünlerin zararsızlığı bir tarafa insan sağlığına yararlarının doğru anlatılmasının yöntemleri bulunmalıdır. Bunun en pratik ve doğru yolu, Ar-Ge temelli ve somut kanıta dayalı araştırmalar sonucunda geliştirilen yeni ürünlerden geçmektedir.
Ne yapılırsa yapılsın, endüstriyel sütün ve yoğurdun tüketici gözündeki olumsuz imajını silmek çok kolay olmayacaktır. Buna karşın, tartışmaya zemin hazırlamayacak kadar net ve somut olumlu verilere sahip yeni ürünlerin geliştirilmesi ve pazara sürülmesi süt işletmelerinin prestijine ve ekonomisine doğrudan katkı sunacaktır. Bu durum tüketicilerin endüstriyel süt ile barışmalarına da katkı sunacaktır.
Sokak sütünün polisiye tedbirler ile önlenemeyeceği çok net görülmüştür. Sokak sütünün risklerini halka anlatmaya çalışmak da yeterince etkin bir yol değildir. Aslolan, süt endüstrisinin gerçekten toplum sağlığına yararlı yeni ürünleri pazara sunması ve bunu objektif araştırma sonuçlarına dayandırmasıdır.