Prof. Dr. Mustafa kaymakçı yazdı…
Sağlıklı beslenme konusu, özellikle eğitimli orta gelir düzeyindeki sosyal katmanlarımızda önemli bir duruma geldi. Bunlardan biri de pirinçten bulgura dönüş eğilimidir. Pirinç kentlerde daha fazla tüketilir ve bir zenginlik görüntüsü olarak kabul edilirdi. Bulgur tüketimi ise yakın dönemlere değin olumsuz anlamda kırsallık olarak yorumlanırdı.
Oysa, kırsalın geleneksel gıdalarından birisi olan bulgur, üretim teknolojisinin basitliği yanında ucuz, dayanıklı ve besleyici bir gıda… Bu nedenle Avrupa ve Amerika’da yaygın olarak tüketilmeye başlanmış bulunuyor.
Bulgurun pirince göre birçok üstünlüğü var. Örneğin, B grubu vitaminleri bakımından pirinçten daha yüksek değere sahip. Birçok unlu gıdaya oranla daha yüksek bitkisel lif içeriyor. Bu özellikleri nedeniyle gelişmiş toplumlarda yaygın olan ve adına medeniyet hastalıkları denilen birtakım rahatsızlıkların önlenmesinde de bulgur ilk akla gelen gıdalardan biri.
Bu bağlamda hocam Reşit Sönmez’in(*) hocası Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün’ün “Ziraat Üstüne Söyleşiler” adlı kitabında yer alan bulgur ile ilgili bir öyküyü sizinle paylaşmak istiyorum.
Öykü şöyle…
“Süreyya Tahsin Aygün Hoca(**), incelemelerde bulunmak üzere Ankara çevresinde bir köye gider. Çalışma bitiminde bir ağanın evine konuk olur. Yemekte bulgur pilavı da ikram edilir.
Hoca, ağaya gülerek şaka ile;
– Ağam, eksik olma çok zahmet etmişsin. Bizi öyle ağırladın ki mahcup olduk doğrusu. Ama söylemeden geçemiyeceğim. Güzel bir pirinç pilavı beklerken, bize yavan bulgur pilavı yedirdin.
Sofrada herkes, bu sözler üzerine ağanın ne diyeceğini merakla bekler. Ağa, çok önemli bir gerçeği açıklamanın verdiği gururla şöyle der:
– “Kusura bakmayın beyler. Bulgur, sağlam yerin, yaylanın ürünüdür. Pirinç ise bataklık, sıtmalı, sakat yerin ürünü. Sürekli pirinç pilavı yersek hep hasta oluruz.Halbuki bulgur pilavını çok yersek bile zararını görmeyiz. Hoca, bu sözler üzerine düşünmeye başlar ve üniversiteye dönünce bir deney yapar. Bir grup güvercini pirinç, bir grup güvercini ise haftalar boyunca bulgur ile besler. Bir süre sonra, sürekli pirinçle beslenenlerde kimi hastalıkları gözlemler, buna karşılık bulgurla beslenenlerde ise hiç hastalık belirtisi yoktur. Daha sonra pirinçle beslenenlere bulgur vermeye başlar ve onların zamanla iyileşmekte olduğunu görür.”
Reşit Hoca,buradan çıkarılan ders hakkında şunları yazmış:
“Köylümüz yüzyılların kazandığı deneyimlerle bazen çok ilginç şeyler söyler, onlara değer vermesini bilmeliyiz.”
Hoca’ya katılmamak olası mı?
(*) Prof. Dr. Reşit Sönmez; Cumhuriyetin yetiştirdiği hayvan bilimcisi bir akademisyendir. Ders kitapları yazdı, aynı zamanda kırsala giden bilimcilerden biri oldu. Türk çiftçisinin ihtiyaçları doğrultusunda çalışmalar yaptı ve Tahirova, Acıpayam, Sönmez koyunu gibi koyun tiplerinin oluşturulması O’nun öncülüğünde oldu. Şimdilerde 90 yaşını aştı, ancak aklı hala hizmet etmek aşkıyla dolu bir Atatürkçü. Prof. Sönmez, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bilim Ödülü’ne de sahiptir.
(**) Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün; İstiklal madalyasına sahip, veteriner kökenli bir bakteriyologdur. Aygün Hocanın,tarih sahnesinde adını ilk kez Trablus’ta Mustafa Kemal’in “Bu katırlar bugün ayağa kalkacak” demesi ve katırları iyileştirmesiyle öğreniyoruz. Cumhuriyet ile birlikte Mustafa Kemal Atatürk, Süreyya Tahsin Aygün’ü Şap Enstitüsü’nün başına getirmiştir. Sözlüklere göre Aygün Hoca, dünyada ilk kuru şap toz aşısını bulacaktır. Ancak bilim dünyasında ününü, dünyada o dönemlerde bir salgın olan ve “sığır vebası” diye bilinen hastalığı tedavi etmesiyle yapmıştır. Aygün Hoca, 1960 yılında adına Almanya’da kurulan Aygün Institut’de de yaklaşık 2 bin Alman mongol çocuğu kök hücreyle tedavi etmiştir. Hayvan fetüslerindeki çalışmalarıyla Almanca ve İtalyanca olarak yazdığı kök hücre kitaplarında “kök hücreyi” dünyaya ilk o duyurmuştur.