Türkiye tarımının üretimden pazarlamaya kadar birçok sorunu var. Ancak tarım içinde hayvansal üretim sorunlarının, bitkisel üretime oranla daha karmaşık, karmaşık olduğu kadar daha derinde olduğu görülüyor.
Hayvancılığın genel görünümü ne?
- Türkiye’de hayvan sayısında son yıllarda önemli düşüşler olmuştur. Hayvan sayılarında azalmayla birlikte, verimlilikte sığırın dışında artış olmadığı için Türkiye’nin ürettiği toplam süt, et ve deri gibi hayvansal ürünlerde vahim düşüşler vardır.
- Nüfus artışı da dikkate alındığında halkın hayvansal protein tüketimi, dünya ortalamasının bile çok gerisine düşmüştür.
- Hayvansal ürünlerin fiyatları giderek tekel konumuna gelmiş unsurlar tarafından belirlenir durumuna gelmiştir. Bu tekeller arasına, örneğin sütte, son yıllarda yabancı tekeller de girmiştir. Üreticiden alınan süt, Türkiye’de 5-6 katı fiyatla tüketiciye sunulmaktadır. AB’de bu katsayı yaklaşık 2’dir.
- Üretici lehine fiyatı düzenleyen bütün kurumlar yok pahasına özelleştirilmişlerdir.
- Türkiye’de hayvancılığa sağlanan krediler bitkisel üretime oranla çok düşük olduğu kadar diğer desteklemeler de yok denecek düzeydedir. Örneğin, hayvancılık sektörüne yapılan desteklemeler, işletme başına Avrupa Birliği’nde 8-9 bin Amerikan doları, Türkiye’de 50 Amerikan doları dolayındadır.
- Desteklemelerde, büyük dev tarımsal işletmelere ağırlık verilmiştir. Oysa tarımsal işletmelerimiz, genel olarak aile işgücü temelli küçük ve orta ölçekli aile işletmeleridir.
- Türkiye’de yetiştiricilerin örgütlenmesi yok düzeydedir. Teknik örgütlenme düzeyinde başlayan çalışmalar şimdilik, başlangıç aşamasındadır. Ekonomik örgütlenme, bir başka değişle tarımsal amaçlı kooperatifler şeklinde örgütlenme en alt düzeydedir. Örneğin Türkiye’de pazarlanabilen süt içinde kooperatiflerin payı yüzde 3-4 civarındadır.
- Türkiye’de yakın geçmişte, iç pazarda geçici olarak yükselen hayvansal ürün fiyatlarını düşürmek amacıyla, özellikle AB ülkelerinden ağırlıklı hayvansal ürün dışalımları olmuştur. AB ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkenin elindeki hayvansal ürün ve sığır stokunun eritilmesine hizmet edilmiş ve sonuçta zengin Avrupalıya fakir Türk’ten kaynak aktarılmıştır.
Özetlenirse, hayvancılıkta da Türkiye büyük ölçüde üretimin dışına itilmiş ve dışalıma açık bir duruma düşmüştür. Daha doğrusu, gıda güvenliğini yitirmiş bir ülke olarak, başta Avrupa Birliği ülkelerine olmak üzere, Kanada’dan Çin’e kadar uzanan coğrafyada prangayla bağlanmış üçüncü sınıf bir ülke durumuna gelmiş bulunuyoruz.
Ne yapmalı?
- Üretim politikaları için kısa dönemde, hayvansal ürünlerin fiyat oluşumunda yeterli desteklemelerin yapılması zorunludur. Desteklemeler, Avrupa Birliği’nde uygulandığı üzere ortak piyasa düzeni işleyişine uygun olarak yapılabilir.
- Üretim politikasıyla bütünleşen pazarlama politikaları da önemlidir. Burada, tıpkı Avrupa Birliği’nde olduğu üzere, hayvansal ürünlerin pazarlamasında, üretimden tüketiciye ulaşmasına kadar geçen zincir içinde, yatay ve özellikle dikey bütünleşmeye dayalı bir örgütlenme modeli tek yol olmalıdır. Burada en uygun örgütlenme modeli; tarımsal amaçlı kooperatiflerdir.
- Pazarlama politikalarında dikkatle üzerinde durulması gereken bir nokta da, dış ticaret ile ilgili olarak dışalım ve dışsatım rejimleri düzenlemelerinde, üretimi olumsuz olarak yönlendirecek uygulamalardan kaçınmak olmalıdır.
Kısaca, şimdiye değin yapılan uygulamaların tam tersi yapılmalıdır. Hayvan yetiştiriciliğinde de üretim ve pazarlama politikaları, serbest piyasa düzeninin dalgalanmalarına bırakılmamalı, tarımın bütün dallarında olmak üzere üreten büyük çoğunluğa yönelik örgütlenme ve pazarlama politikalarına yönelmek yaşamsal bir zorunluluktur.
Batı, başta hayvansal protein olmak üzere gıdayı petrol jeo-politikasıyla birlikte ön sıraya koymuştur. ABD’nin ünlü Dışişleri Bakanı Kissenger, dünya egemenliği konusunda şu düşünceyi aktarıyordu; “Petrolu denetlersen ulusları, gıdayı denetim altına alırsan insanları kontrol altına alırsın.”
Aslında yıllar önce “Üreticilerden yoksun olan milletler üretenlerin esiri olur. Milli ekonominin temeli ziraattır. Köylü milletin efendisidir” diyen Atatürk, gıda egemenliği için ortaya çıkabilecek tehlikeye karşı bizleri uyarmamış mıydı?