İbrahim Gümüş yazdı…
Başbakan Binali Yıldırım tarafından İzmir’in Ödemiş ilçesinde törenle açıklanan Milli Tarım Projesi kapsamında doğrudan hayvancılıkla ilgili projeler kısaca şöyle…
Çiftçinin kullandığı mazotun yarısı devlet tarafından karşılanacak, gübrede yüzde 23 indirim yapılacak. 32 ilde damızlık üretim merkezleri kurulacak, 25 ilde mera hayvancılığı desteklenecek, anlık süt kayıt sistemi kurulacak, hastalıktan ari bölge genişletilecek ve hayvansal ürünler piyasasını dengede tutmak için Et ve Süt Kurumu etkin bir şekilde kullanılacak vs.
Oysa, “Milli Tarım” denince bir çırpıda bu millete, Türk milletine yani Türkiye’ye özgü tarım aklıma gelmişti. Üzerinde yaşadığımız topraklara, Anadolu’ya, Trakya’ya ve Mezopotamya’ya has tarımsal ürünleri ve üretimi öne çıkaran bir proje ancak milli olabilir.
Türkiye, dünyada tarımda kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biri iken bugün et, canlı hayvan, saman, buğday ve tohum ithal eden bir ülke haline geldi. Türkiye’nin tarımda kendine yetememesi köyden kente göç, miras yoluyla arazilerin bölünerek küçülmesi, arazi ıslahının yapılmaması, tarımsal teşviklerin yerinde ve amaca uygun kullanılmaması, verimliliğin ve kalitenin sağlanamaması, üretimin ve ekili alanın azalmasına bağlanıyor. “Kendi kendine yetme” konusunda asıl stratejik hususlar dikkatlerden kaçıyor.
Milli Tarım Projesinde tarım ve hayvancılıkta öze dönüş, büyük dönüşüm, yeniden yapılanma, özellikle hayvancılık sektörünün temel sorunlarını ortadan kaldıracak bir çözüm gözükmüyor.
Açıklanan çoğu madde önceki Bakan Mehdi Eker’in zaman zaman dile getirdiği çözümler. Hükümetin Milli Tarım Projesi, hayvancılığın temel sorunu üretimmiş gibi tamamen üretimi artırmaya dönük tedbirler öne çıkarılmış. Aynı hatayı Mehdi Eker’de ısrarla yaptı, habire yeni yatırımları ve hayvan alımını destekledi. Sonuç 2,5 yıldır yerinde sayan süt fiyatları.
Oysa, hayvancılığın temel açmazının üretim olmadığı herkesin bildiği ve dile getirdiği bir hakikat.
İşte size bir örnek…
Hayvancılık sektörünün içinde bulunduğu darboğazlar 2014 yılında yayımlanan Onuncu Kalkınma Planı Hayvancılık Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda şöyle sıralanıyor:
• Hayvancılık sektörü ile ilgili uzun vadeli hedef ve politika bulunmamaktadır.
• Türkiye; genetik materyal, canlı büyükbaş ve küçükbaş hayvan, ana girdi maddeleri ve kırmızı et konusunda ithalatçı ülke konumunda bulunmaktadır.
• Hayvansal ürünlerde tüketim seviyesi gelişmiş ülkelere kıyasla düşük olup, bunda alım gücünün düşüklüğü en önemli etkendir. TÜİK verilerine göre 2009 yılında en az 13 milyon kişi (yüzde 18) gıda yoksulluğu çekmektedir.
• 2011 yılında hayvancılığa ilişkin ithalatların toplamına ödenen miktar, hayvancılık sektörüne ayrılan destek miktarının 2,6 katı olmuştur.
• Halen brusellozis, tüberkülozis, şap, PPR, newcastle gibi hem ekonomik hem halk sağlığı açısından önem taşıyan hastalıklar devam etmektedir.
• Türkiye pek çok önemli hastalığın aşısında dışa bağımlı olup, 2011 yılında 1,2 milyar ABD Doları değerinde aşı ithalatı yapılmıştır.
• 4631 sayılı Hayvan Islahı Kanunu kaldırılmış ve ulusal ıslah faaliyetleri yönetmelikler kapsamında düzenlenmiştir. Ek olarak, yerli genetik kaynaklarının korunması ve ıslah alanında atılan adımlar da yetersiz kalmakta, önümüzdeki yıllarda yerli ırkların ve beraberinde üstün özelliklerinin kaybolması tehlikesi artmaktadır.
• Yetiştirici ve üretici örgütleri ile kooperatifler gelişmiş ülkelerdeki özerklik, kurumsal kapasite ve insan kaynakları ile hizmet seviyesine ulaşamamıştır.
• Çiftçi örgütlerinin ürünlerin pazarlanması ve işlenmesindeki payları ve pazarlık güçleri yok denecek kadar düşük olup, fiyat oluşumuna etkileri bulunmamaktadır.
• Hayvancılık sektörüne gençlerin ilgi duyması arz sürekliliği ve sürdürülebilir bir üretim için ana koşuldur. Ancak gerek köy koşullarındaki hayat standartlarının kentlerle çok farklı ve düşük olması, gerekse ulaşımın dahi çok kolay olmaması özellikle gençlerin sektörden kopuşunu hızlandırmaktadır.
• Sektörde kalifiye eleman sıkıntısı her aşamada karşılaşılan ana sorunlardan biridir. Asgari bir eğitime sahip bakıcı, çoban ve kâhya bulunması ve çalıştırılmasında özellikle sosyal güvence ve diğer özlük haklarının sağlanması konusunda sıkıntılar baş göstermektedir. Üretici/yetiştirici örgütleri ile kooperatiflerin hem ara eleman eğitimi, hem de sosyal güvence/özlük hakları gibi konularda yeterince etkin olamaması sorunun çözülmesini geciktirmektedir.
• Tarımsal danışmanlık hizmetlerine yönelik destekler ve uygulamalar bulunmakla birlikte, yetiştirici eğitimi, yenilik ve gelişmelerle ilgili yayım faaliyetleri düzenli ve yeterli düzeyde yürütülememektedir.
• Türkiye hayvancılığı dış ticarette; hayvan hastalıkları, yüksek girdi maliyetleri, çalışma alanı genişleyen ama gelişimi ve dolayısıyla etkinliği sınırlı kalan, hedefleri belirlenmemiş ıslah çalışmaları ve yetiştirici/üretici örgütlenmesinin yetersizliği sebebiyle rekabet edememektedir.
• Sözleşmeli üretim, ortak makine kullanımı, girdi ve destek hizmetler sağlayabilecek yetiştirici/üretici örgütlerine yönelik düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır.
• İstikrarsız hayvansal ürün piyasası sebebiyle bitkisel üretimle rekabet edemeyen yem bitkileri üretimi, hem bu nedenle, hem de sulanabilir alanların genişletilememesinden dolayı yeterince arttırılamamaktadır.
• Geçimlik ve yarı-geçimlik hayvancılık işletmeleri ile gelişime açık küçük ve orta ölçekli aile işletmeciliği bir tutulmakta, her koşulda büyük işletmelerin ekonomik olduğu kanısı ile hareket edilmesi ve politikalar oluşturulması önemli bir sorundur.
• Türkiye’de hayvancılık ve birincil hayvansal ürün piyasa düzenini sağlayabilecek etkin bir yapı bulunmamaktadır. Bu da hayvansal üretimin kırılgan ve istikrarsız piyasa koşullarında yapılmasına sebep olmakta, hem ülke içinde diğer sektörlerle hem de uluslararası piyasada diğer ülkelerle rekabet edebilirliğini düşürmektedir.
• AB’dekine benzer bir Coğrafi İşaretleme Sistemi olmaması hayvancılıkta pazarlama sorununun devamını sağlamaktadır. Türkiye’de uygulanan sistem etkin ve amacına yönelik çalışmamakta ve uluslararası platformdaki geçerliliği net değildir.
• Gıda güvenilirliği, denetimler ve ürün kalitesi ile ilgili tüketici güveni tam sağlanabilmiş değildir.
• Hayvan refahı ve hayvancılık işletmelerinin çevre üzerindeki olumsuz etkileri giderek önemli bir sorun olmaya başlamıştır.
• Mevcut durumun tespitine imkan sağlayacak hayvancılık istatistiklerinin güvenilirliği halen önemli bir sorundur. Verilerin toplanmasından istatistik haline getirilmesine kadar tüm aşamalarda çok fazla tahminden yararlanılmaktadır.
• Hayvancılık ile ilgili sayılan yapısal sorunların büyük kısmının, Türkiye ve dünyadaki gelişime paralel olarak özellikle dış satım olanağı bulunan alt üretim dallarında çözülmekte olduğu, ancak daha çok yerli pazara üretim yapmaya devam eden alt üretim dallarında çözümün daha fazla zaman aldığı görülmektedir.
• Organize Hayvancılık Bölgesi yatırımlarının, Türkiye koşulları göz önüne alındığında, sosyo-ekonomik açıdan hangi tip yetiştiriciliğe hizmet edeceği başta olmak üzere birçok sosyal, ekonomik, çevre ve sağlık koşulları detaylıca ele alınmadan hayata geçirilmektedir.
Aynı raporda hayvancılık sektörüne yönelik tehditler ise şöyle sıralanıyor:
• Desteklemelerin ana yapısal sorunlara, kısa vadeli çözümler üretmek amacıyla yönlendirilmesi,
• Hayvan ve hayvansal ürün ithalatının süreklilik kazanma eğiliminde olması,
• Hayvansal üretim, işleme ve pazarlamada meydana gelen tekelleşme eğilimi (Bazı hayvansal ürünlerde sanayinin tekelleşme eğilim ve girişiminin olması),
• İşletmelerin üzerindeki aşırı finansman yükü. Kalkınma Bakanlığının (Eski adıyla Devlet Planlama Teşkilatı) Hayvancılık Özel İhtisas Komisyonu sektördeki sorunları 2014 yılında kısaca bu şekilde sıralamış.
Büyük bir âlây-ı vâlâ ile açıklanan Milli Tarım Projesi darboğaza dönüşmüş bu sorunlara hangi ölçüde çözüm sunuyor.
Bunun ne kadarı milli, ne kadarı proje, her şeyi devletten beklemeyin, bu soruyu da varın siz cevaplayın.