Bir gıda işletmesinin araştırma ve geliştirme (AR-GE) faaliyetlerinin temel amacı yeni bir ürün ve/veya süreç yaratarak pazarda farklı bir konum elde etmektir.
AR-GE’nin başlıca hedefleri arasında üretim maliyetlerini düşürmek, tüketiciler tarafından daha fazla tercih edilebilir ürünler geliştirmek, beslenme gereksinimlerini üst düzeyde karşılayabilecek daha sağlıklı ürünler ortaya koymak, gıda güvenliğini geliştirmek ve tüketicilere daha fazla seçenek sunmak olarak sıralanabilir. Bu kazanımlar ya yavaş ancak kararlı ilerleyen bir AR-GE sürecinin sonucunda elde edilmekte ya da radikal ve ani değişimlerle kendini göstermektedir.
Genel olarak gıda endüstrisinin, özel olarak da süt endüstrisinin gelişmiş olduğu ülkeler irdelendiğinde, bu ülkelerin salt yüksek çiğ süt üretim kapasiteleri nedeniyle bu alanda önder olmadıkları aynı zamanda sürdürülebilir bir endüstriyel gelişim için araştırma ve geliştirme aktivitelerine ciddi emek ve maddi kaynak sağladıkları da görülmektedir.
Avustralya, Yeni Zelanda, Hollanda, Danimarka gibi ülkeler yalnızca süt endüstrisinde değil aynı anda birincil süt üretim pratiklerinde de çok önemli AR-GE yatırımlarının yapıldığı ve dünya çapında etkin sütçülük araştırma merkezlerinin yer aldığı ülkelerdir.
Süt endüstrisinde AR-GE faaliyetlerine yaklaşım açısından Batı ve Kuzey Avrupa ülkeleri ile ABD arasında belirgin bir fark bulunmaktadır.
Avrupa ülkelerinde ürün çeşitliliğini arttırmaya yönelik ürün ve üretim modifikasyonları daha çok sağlık etkileri güçlendirilmiş ürünler üzerinden yürütülmektedir.
ABD’de ise daha pazar odaklı bir yaklaşım sergilenmekte ve daha fazla tüketicinin ilgisini çekebilecek görsel ve duyusal özellikleri gelişmiş ürünlere odaklanılmaktadır.
Örneğin; Kuzey ve Batı Avrupa ülkelerinde AR-GE yatırımlarının önemli bir dilimini biyofonksiyonel ürün geliştirme oluştururken, ABD’de süt ürünlerine yönelik ambalaj sanayinde AR-GE yatırımları önemli bir yer tutmaktadır.
Ülkemizde Atatürk Orman Çiftliği süt işletmesi ve bazı küçük kapasiteli yerel kamu işletmeleri hariç tutulduğunda süt ürünleri üretiminin bütünüyle özel sektör tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir.
Ancak, ne yazık ki, özel sektör kuruluşlarımız süt ürünleri özelinde AR-GE kavramını henüz tam anlamıyla içselleştirememiştir.
Bu durum aslında ülkemiz imalat sektörünün AR-GE kavramına bakışından bağımsız düşünülmemelidir. Son yıllarda tüm imalat sektörlerinde AR-GE yatırımlarının ve faaliyetlerinin arttırılmasına yönelik kamu desteklerinin artmıştır.
Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu 22 Haziran 2010 tarihinde gerçekleştirdiği 21. toplantısında aldığı 2010/101 sayılı karar uyarınca “Enerji, su ve gıda alanlarında ulusal Ar-Ge ve yenilik stratejilerinin hazırlanması amacıyla her bir alan için TÜBİTAK koordinasyonunda ilgili kamu, özel sektör ve yüksek öğretim kurumlarından uzmanların katılımıyla çalışma gruplarının oluşturulmasına ve söz konusu stratejilerin hazırlanmasına” karar verilmiştir.
Ancak buna rağmen aradan geçen süre içerisinde süt sanayi kuruluşlarının AR-GE temelli faaliyetlerinde ciddi bir artış kaydedilmemiştir.
Tam zaman eşdeğer araştırmacı sayıları açısında bir karşılaştırma yapıldığında gıda sektörü; otomotiv, makine imalat ve elektronik sektörlerinin çok altında bir konumda yer almaktadır.
Oysa süt, AR-GE faaliyetleri için çok uygun bir doğal niteliği olan hammadde özelliğindedir ve sağlık sektörü başta olmak üzere disiplinler arası çalışmalara uygun bir zemine sahiptir.
Bu noktada, öncelikle ülkemizin geleneksel süt ürünleri çeşitliliğinin korunmasına yönelik araştırma faaliyetlerine ağırlık verilmesi gerekmektedir. Bu konu salt fazla bir ticari potansiyeli bulunmayan bir yerel peynir çeşidini gün yüzüne çıkartmak için emek ve para harcanması olarak değerlendirilmemelidir. Bu bilimsel yaklaşımlar bizim gen zenginliğimizin korunması açısından önemli bir boyuta sahiptir.
Yoğurdun ilk ortaya çıkışını tüm tarih kitapları Orta Asya’ya ve bizim atalarımıza bağlamasına ve Avrupa’nın yoğurt ile tanışmasını Kanuni Sultan Süleyman’ın 1. Fransuva’ya gönderdiği doktorların sağladığının Avrupalı kaynaklarca yazılmasına karşın yoğurt bakterilerinin ilk tanımlamasını bir Bulgar (Elie Metchnikoff) yapmış ve bu bakterilerden birisine Lactobacillus bulgaricus adını vermiştir.
Benzer durum kısa süre içerisinde çiğ sütten üretilen geleneksel peynir çeşitlerimiz için de geçerli olacaktır. Bu noktada, bu tarz araştırmaların bilimsel ağırlığının olduğu ve üniversiteler ile araştırma kuruluşlarının daha fazla sorumluluk üstlenmesi gerektiği konusu akla gelebilir.
Ancak unutulmamalıdır ki, sütçülük özelindeki tüm bilimsel faaliyetler ancak ürüne ya da sürece dönüştürüldüğü zaman bir anlam ifade eder ve değer kazanır.
Bu açıdan bakıldığında süt endüstrisinin bilimsel faaliyetlerden kendisini bağışık tutmasının haklı görülebilecek bir yanı bulunmamaktadır.
“Çözüm olarak ne yapılabilir?” sorusunun yanıtı oldukça basit.
Daha fazla sanayi ve üniversite (araştırma kuruluşları da dahil) işbirliğine gereksinim var ülkemizde. Bu çok klişe bir söylem gibi durmasına karşın sorunun ve dışa bağımlılığın azaltılması isteğinin özünde bu ilişkinin gücü yatmaktadır.
Son yirmi yıldır dünya ekonomik sistemini alt üst eden ve dünya nüfusunun 6’da 1’ine süt sağlayan Çin sadece ürünleri ile değil özel sektör AR-GE yatırımlarıyla da uluslararası topluluk ile bütünleşmeye başlamıştır.
Çin’in en büyük süt üretici firması olan Yili Group Şubat 2014 tarihinde Wageningen Üniversitesi’nde (Hollanda) bir sütçülük AR-GE merkezi açmıştır. Bu merkez, hem süt ineği ıslahı hem süt ürünleri geliştirme faaliyetleri hem de gıda güvenliği odaklı bir teknolojik ve bilimsel hedef bütünüyle hareket edeceğini duyurmuştur. Merkez olarak Wageningen Üniversitesi’nin seçilmesi de tesadüfî değildir.
Wageningen Üniversitesi’nde 15 bin araştırıcı AR-GE faaliyetlerinde çalışmakta ve bu üniversite Avrupa’nın “gıda vadisi” olarak tanımlanmaktadır.
Bu iki örnek, ne üretirsen satılıyor ya da know-how satın almak AR-GE yatırımından daha ucuz diyen süt endüstrisi için belki ateşleyici olur.
AR-GE faaliyetleri için Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı SAN-TEZ, TÜBİTAK ise TEYDEB gibi proje destekleriyle üretim sektöründe AR-GE faaliyetlerine ciddi katkılar sağlıyor.
Biraz gayret ve silkinme ile ülkemiz süt sektörünü hak ettiği bilimsel düzeye ulaştırmak işten değil.