Yıllardır dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tarımda izlenen politikalarla, küçük ve orta ölçekli işletmelerle gerçekleştirilen aile çiftçiliği yok edilmeye çalışıldı. Onların yerine endüstriyel tarım, bir başka deyişle şirket tarımcılığı ve onlara bağımlı sözleşmeli tarım modeli öne çıkarılmak istendi. Bu modelle bir yandan endüstriyel tohum, ilaç ve kimyasal gübre gibi girdilere sürekli pazar yaratıldı, bir yandan da kendilerine bağlanan büyük tarımsal işletmelerin ürünleri işlenip AVM’lerde pazarlandı. Bu durum, çokuluslu şirketlerin gelişmekte olan ülkeleri toplumsal ve siyasal açıdan kolaylıkla denetlenmelerine de olanak verdi.
Anılan politikalarla kırsal bölgelerde, ailelerin sahibi olduğu çiftliklerin zarar görmesi kaçınılmaz oldu. Aile çiftçiliği için kullanılan kaynaklar ve küçük işletmeleri pazara taşıyan kooperatifler yararsız olarak görüldü. Bu yönlü bir çiftçilik, (sözde) serbest piyasa ekonomisinin dengesini bozan etmenler olarak değerlendirildi. Aile çiftçiliği yapan küçük işletmeler ve kooperatifleri desteklemek ve birleştirmek için gerekli çalışmalar yapılmadı. Köylülük hor görüldü ve küçümsendi.
Sonuçta tarım üretimi yapan Aile Çiftçiliği sahipsiz kaldı. Bu işletmeler kendi varlıklarını sürdüremeyecek duruma getirildiler ve kırsal bölgelerde yaşayan insanlar kentlere göç etmeye zorlandı. Kentlere gelen bu insanlar, sanayi ve hizmetler sektöründe iş bulamadıkları gibi yeterli sağlık, eğitim ve barınma olanakları da edinemediler. Kentler altyapılarının kaldıramayacağı kadar çok insanla doldu ve kentlerin yapıları da değişti. Kısaca, kırsal bölgelerde var olan aile işletmeleri, neredeyse tamamen yok olma aşamasına getirildi.
Örneğin Türkiye’de, 2012 sonunda 2 milyonu aşkın çiftçi tarımdan koptu. İşlenen arazi azaldı. Çiftçiler 3,3 milyon hektar tarım araziyi işlemekten vazgeçtiler. 2012 yılında tarım ürünleri dış ticaret açığı ise ilk 9 aylık dönemde 2 milyar doları geçti. Türkiye gıda egemenliğini yitirdi.
Ancak, bıçak kemiğe dayanmıştır. Aile çiftçiliğinin yok edilmek istenmesinin salt Türkiye’de değil, dünyada da üretim, toplum ve çevre açısından yarattığı sakıncalar görülmeye başlandı. Konu, Birleşmiş Milletler’in de gündemine gelmiş bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 66. Oturumunda alınan kararla “2014 Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı” olarak ilan edildi. Kısaca, Aile Çiftçiliğinin öneminin farkındalığına varılmış gibi gözükmektedir.
Birleşmiş Milletler, daha önce de 2012 yılını Uluslararası Kooperatifçilik Yılı olarak ilan etmiş ve kooperatiflerin önemini vurgulamıştı. Arkasından, 2014 yılının “Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı” olarak kabul edilmesi de anlamlı bir gelişme oldu.
Her namuslu kalem erbabı gibi ben de; Türkiye’de olduğu üzere dünyada da tarımın en büyük zaafının, aile çiftçiliğinden değil, tarım ve gıda şirketlerin denetimdeki dev tarımsal işletmeler lehine uygulanan politikalarla çiftçi örgütlerinin ekonomik olarak güçsüzlüğünden kaynaklandığını yazmıştım.
Bu bağlamda, işletmelerin verimlilik açısından karşılaştırılmasında toplam etmen verimliliğinin dikkate alınması gerekliliğini de belirtmiştim.
Konuyu biraz açalım… Toplam etmen verimliliği, katma değer ya da net gelirin sosyal fırsat maliyetleriyle değerlendirilmiş olan üretim etmenlerinin toplamına bölünmesiyle bulunuyor. Gelişmekte olan ülkelerde emek daha bol, dolayısıyla fırsat maliyeti daha düşük olmasına ek olarak toprak ve sermaye de daha düşük maliyetlidir. Bu nedenle küçük işletmeler daha yüksek bir toplam verimliliğe sahiptir.
Diğer yandan küçük işletmelerin ölçek sorunu, kamu yatırım ve hizmetlerinin sağlanması ve kooperatifleşme ile (Devlet sulama tesisleri, girdilerin tamamında desteklemeler, yine girdi ve çıktıların değerlendirilmesinde kooperatifleşme ve ortak makine parkları gibi çözümlerle) aşılabilmektedir.
2014 yılının Birleşmiş Milletler tarafından “Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı” olarak ilan edilmesi, Türkiye’de uygulanmakta olan tarım politikalarının sorgulanmasını ve değiştirilmesini gündeme getirmeli.