Türkiye tarım ve hayvancılıkta büyük bir “eksen kayması” yaşıyor. Tarımsal üretimin köylünün elinden alınmak istendiği gerçeği artık gizlenemiyor. Köylüyü tarımdan tasfiye etme politikası Mehdi Eker Tarım Bakanı olduktan sonra ete kemiğe büründü. Yeni dönemin şifreleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen iş insanı Ethem Sancak’ın veciz ifadeleri ile daha iyi anlaşılabilir.
“İneğe aşık iş adamı” olarak anılan, Türkiye’nin en büyük süt hayvancılığı işletmesinin sahibi olan ve bir dönem Ulusal Süt Konseyi Başkanlığı yapan Sancak’ın sarf ettiği, “Üreticinin sütü ile ancak hela yıkanır” sözü de Konsey Başkanlığına seçildiğinde epey gündem olmuştu.
Mehdi Eker için, “Bu Bakana aşık oldum” diyen Sancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan sevgisini de, “Erdoğan’ın dürüstlüğünü, yiğitliğini gördüm, gördükçe aşık oldum. Doğrusu solculuk dönemimde Mevlana ile Şems’in arasındaki aşka anlam veremiyordum. Tanıdıktan sonra gördüm ki, böyle bir ilahi aşk iki erkek arasında olabiliyor” sözleriyle dile getirmişti.
Sancak, Ata Sancak çiftliğinin 2007’deki imza töreninde yaptığı konuşmada, Türkiye’deki mevcut mevzuatın ’köylüsün sen köylü kal’ mantığına dayandığını söyleyerek, Ziraat Bankasının tarımsal kredilerini, “Bu para sadece ’dam altı hayvancılık’ yapmaya yeter” diye eleştirmişti. Mera Kanunu için, “Tam bir Sovyetik dönem ürünü” tabirini kullanan Sancak, devletten kiralık toprak ve su istediklerini Acıpayam tarım işletmesini de böyle aldıklarını anlatmıştı.
Köylülükle tarım sektörünün birbirine karıştırılmaması gerektiğini savunan Sancak, “Tarım denince akla köylü geliyor. Tarım artık her yönüyle işletmecilik anlayışına dayanmalı. Nüfusun yüzde 35’ini oluşturan köylü vatandaşlarımızı kentlileştirmeliyiz. Türkiye’nin 40-50 bin kadar büyük tarım işletmesine sahip olması gerekir” diyerek tarım alanındaki yeni hedefleri işaret etmişti.
Ethem Sancak’ın, “Tarımı köylünün elinden almak gerek”, “Tarımı modernleştiremezsek köylü toplumu olmaktan kurtulamayız” ve “Darbeleri tarihe karıştırmak için köylülüğü tasfiye edelim” şeklindeki açıklamaları ise uygulanan politikaların adeta işaret fişeği.
Bir taraftan tarım, toprak, tohum, mera ve büyükşehir alanlarında yapılan düzenlemelerle bu işin yasal zemini oluşturulurken, endüstriyel üretimi ve ölçek ekonomisini teşvik eden destekleme politikaları ve projeler ile saha bu hedefe uygun olarak dizayn edildi. “Ananı da al git” sözüyle ifadesini bulan köylüyü tarımdan uzaklaştırma ideali doğrultusunda milyonlarca köylü işletmesi sürekli zarar ettirilerek tasfiyesine zemin hazırlandı.
Sancak’ın dile getirdiği, tarımsal üretimin 40-50 bin büyük işletmeyle yapılması hedefi için ne gerekiyorsa yapıldı. Üreticiler örgütsüz bırakıldı, desteklemeler zamansız ve yetersiz verildi, tarımsal ürün fiyatları maliyetinin altında belirlendi, kredi kültürü olmayan çiftçi korunmasız bir şekilde bankacılık sistemine dahil edildi. Bunun gibi onlarca uygulama ile köylünün bu işten elini eteğini çekmesinin dışında başka ne amaçlanabilir ki?
Bu doğrultuda hayvancılığa özel uygulamalar devreye girdi. Hayvancılığın bel kemiğinin süt olduğunu bilen uzmanların planlamasıyla 10 yıl önce süt fiyatları üzerinden oynanan oyun ile bir milyon süt ineği kesildi. Ortaya çıkan üretim açığı bahane edilerek hayvan ve et ithalatının kapıları ardına kadar açıldı. “300 koyun” projesi ile de küçükbaşta ölçek ekonomisine geçiş başladı.
Üretici ve yetiştiricinin anlamakta zorlandığı, zihninde bir yere oturtamadığı uygulamaların hepsi bu amaca hizmet ediyor. Ancak “Tarımı köylünün elinden almak” için yapılan bu yanlışların faturasını pahalı tarım ürünleri ve tanzim kuyrukları ile şimdiden ödemeye başladık. Bu karanlık yoldan köylümüzü baş tacı yaparak ancak çıkabiliriz.
Kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi:
“Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve lâyık olan köylüdür. Bu soylu unsurun refahını düşüneceğiz. Türk köylüsünü ‘efendi’ yerine getirmedikçe memleket ve millet yükselemez.”