Anne sütü, yeni doğan bebeklerin bütün gereksinimlerini karşılayan mucizevi değerde bir besindir. Anne sütünde bulunan karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineraller bebeğin büyümesi ve gelişmesi için önemli bir besin kaynağıdır. Anne sütünün bileşimi bebeğin ihtiyaçlarına, yaşına, annenin beslenme durumuna ve gereksinimlerine göre değişim göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), doğan her bebeğin ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmesini önermektedir. Yaşamın ilk 6 ayında hızla büyüyen dokuların enerji ihtiyaçlarının büyük çoğunluğu anne sütü ile karşılanmaktadır.
Anne sütünün yapısında besin elementlerinden başka önemli fonksiyonel bileşenler de bulunmaktadır. Bu bileşenler bebekleri enfeksiyonlara karşı koruması nedeniyle hastalığı ve ölüm oranını azaltmakta aynı zamanda bebeğe ilerideki yaşamında hatta yetişkin döneminde yararlar sağlamaktadır. Anne sütünün diğer hayvansal sütlere göre sindirimi kolay ve besin içeriği daha zengindir. Anne sütü ve doğumdan sonra gelen kolostrum ishal, solunum yolu enfeksiyonu gibi hastalıklardan korunmada etkindir. Anne sütü ile beslenmiş çocuklar astım, alerji, çocuk diyabeti gibi hastalıklara karşı daha dirençli olmaktadır ve anne sütünün içinde yeterli demir olduğu için, emzirilen bebeklerde kansızlık görülmemektedir. Ayrıca anne sütü alan bebeklerde diğer hayvansal sütlerle veya ek besin ile beslenen bebeklere göre pişik, karın ağrısı ve kabızlık daha az görülmektedir.
Anne sütü sadece bebek için yararlı olmayıp anne için de yararlıdır. Anne sütü annenin yumurtalık kanseri, göğüs kanseri, kemik erimesi ve anemi riskini en aza indirmekte ve ayrıca doğumdan sonra oluşan kanamalar daha kısa sürede sonlanmaktadır.
Safiye Sevil KARCIOĞLU, Tuğba YILDIZ, Özge Duygu OKUR*
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Zonguldak
Anahtar Kelimeler: Anne sütü, besin içeriği, büyüme ve gelişme.
GİRİŞ
Anne sütüyle beslenme sağlıklı beslenmenin ilk şartı olmaktadır. Hemen hemen her çağda ve kültürde çocuğun büyüyüp gelişmesinde eşsiz bir gıda olduğu kabul edilmektedir ve bebeklerin sağlıklı şekilde büyümesinin yolu anne sütü ile beslenmedir (Onbaşı 2009). Doğumdan sonraki ilk altı aylık süreçte bebeğin fizyolojik ve psiko-sosyal ihtiyaçlarını tek başına karşılamaktadır ve anne ile bebek arasında kuvvetli bir bağ oluşturmaktadır (Neyzi ve Ertuğrul 2002).
Anne sütü içerdiği vitamin, mineral, protein, karbonhidrat ve lipitlerin biyoyararlılığının üstünlüğü ile bebeklerin tüm gereksinimlerini ilk altı ay boyunca tek başına karşılayan besindir (Coşkun 2003). Anne sütünün miktarı ve içeriği bebeğin gereksinimleri doğrultusunda farklılık göstermektedir. Anne sütünün enerji ve besin içeriği taze veya dondurulmuş olmasına, kolostrum, geçiş sütü ve olgun süt oluşuna göre farklılık göstermektedir (Bayram 2006).
Anne sütü, beslenme sürecinde bebeği alerjilerden, ishal, otit,menenjit ve solunum yolu enfeksiyonları gibi hastalıklardankoruyarak bebek ölümlerini en aza indirmektedir. Anne sütü ile beslenmenin yararları, sadece anne sütü ile beslenme süreci ilesınırlı kalmayıp ileri yaşam sağlığı üzerine önemli oranda olumlu etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle sağlıklı yaşamın temellerinin atılmasında anne sütü ile beslenme önemli olmaktadır (Gür2007).
Anne sütü bebek için bu kadar faydalı olmasına rağmen annede enfeksiyon hastalığının varlığı, bebekte kalıtsal bir metabolizma hastalığının olması, annenin beslenme şekli ile ilgili durumlar, annenin ilaç kullanması ve annede ağır psikiyatrik bozuklukların bulunması anne sütü ile beslenmeye engel teşkil etmektedir (Coşkun 2003).
ANNE SÜTÜNÜN BİLEŞİMİ
Anne sütü, bebeğin bütün gereksinimlerini karşılayan bir besin olmaktadır. Anne sütü, vitamin ve mineral, protein, yağ ve karbonhidratları içermektedir. Anne sütü içeriği bebeğin yaşına, ihtiyacına, annenin beslenme durumuna ve gereksinimlerine göre değişim göstermektedir (Yılmaz 2016).
Anne sütü, içeriğinde çok fazla bileşen bulunduran biyolojikolarak yararlılığı fazla olan bir sıvıdır. Anne sütünün içeriğindeki moleküller, bebeklerin bağırsak sisteminin ve bağırsak mikrobiyolojisinin gelişimini etkileyen ve enfeksiyonlara karşı koruyucu özelliklere sahip olan bileşenlerdir. Mikrobiyotik gelişimin düzenlenmesi, anne sütü oligosakkaritlerinin sentezi maternal genotip tarafından belirlenmekte ve neonatal gastrointestinal sistemdeki gen ekspresyonu, anne sütü ile beslenmeden etkilenmektedir (Donovan et al. 2014).
Anne sütünün %87’si sudan oluşmaktadır. Bu nedenle ilk altı ay bebeğin anne sütü dışında su ya da benzeri sıvı gıdalara ihtiyacı olmamaktadır (Samur 2008).
Karbonhidratlar enerji sağlamada yağlardan daha etkilidir. Anne sütünün oligosakkarit içeriği, hayvansal kaynaklı sütlerin oligosakkarit içeriğine göre daha fazla olmaktadır. Anne sütündeki karbonhidratlar genellikle, glikoz ve galaktoz gibi monosakaritler, laktoz ve laktüloz gibi disakkaritler, oligosakkaritler, glikoproteinler gibi bileşik karbonhidratlardan oluşmaktadır (Güneş 2017). Anne sütündeki temel ve en önemli karbonhidrat laktozdur. Anne beslenmesinden en az oranda etkilenen bileşendir. Laktoz, gastroenteritten korunmayı sağlayan özel laktobasil florasının (bifudus faktör) gelişimini sağlamaktadır. Yavaş ve kolay sindirildiğinden, kan şekerini bebeğin fizyolojisine uygun olarak düzenlemektedir (Gökduman 2009).
Anne sütünde bulunan proteinler kazein ve peynir altı suyu proteinleridir, kazein ve peynir altı suyu proteinleri bebekler için esansiyel aminoasit kaynağıdır ve anne sütü ilk altı ayda bebeğin protein gereksinimini karşılamaktadır (Onbaşı 2009). Proteinler fizyolojik aktivite göstermekte ve çeşitli yollarla bebek sağlığına katkıda bulunmaktadır. Bu aktiviteler; yağ ve karbonhidratların emilimine yardım etme (safra tuzlarını stimule eden lipaz, amilaz), protein emiliminde sınırlamalar sağlama (.1-antitripsin), besin alımının kolaylaştırılması (ß-kazein, .-laktoferrin, laktoferrin, haptokorrin), mikrobiyal aktivite sağlama (sekretuar IgA, laktoferrin, lisozim, .-kazein ve laktoperoksidaz), prebiyotik etki sağlama (.-kazein ve laktoferrin), bağışıklık yeterliliğine yardım sağlama (sitokinler ve laktoferrin) ve gastrointestinal yolun gelişimine destek verme (laktoferrin ve büyüme faktörleri) şeklindedir (Wada and Lönnerdal 2014).
Lipidler, anne sütündeki başlıca enerji kaynağıdır. Anne sütünün sağladığı enerjinin %50’si yağlardan elde edilmektedir. Yağların %98’i trigliseridlerden oluşmaktadır (Samur 2008). Palmitik ve oleik yağ asitleri trigliseritlerin yapısında en fazla bulunan yağ asitleri olup yağda eriyen vitaminler, karetenoidler, hidrokarbonlar, fosfolipidler steroller ve yağ asitleri anne sütünde bulunan diğer lipidlerdir (Coşkun 2003). Bebekler için anne sütünde yeterli düzeyde EPA (eikozapentaenoik asit), LA (linoleik asit), DHA (dokozahekzaenoik asit), LNA (linolenik asit) bulunmaktadır. Dokozaheksaenoik asit (DHA) ve Eikozapentaenoik asit (EPA) gibi esansiyel yağ asitleri, merkezi sinir sistemi ve retinanın normal büyümesi ve gelişimi açısından önemlidir (Uauy and Patricia 2015). Anne sütünde fazla olan esansiyel olmayan doymamış yağ asitleri kolay emilmekte ve bu durum kalsiyum emilimini de hızlandırmaktadır. Anne sütü içerisindeki yağ oranı emzirme süresince değişiklik göstermektedir. Emzirmenin başlangıcında düşük olan yağ oranı, emzirmenin sonuna doğru artış göstermektedir. Bu durum bebekte doygunluk hissi yaratmakta ve şişmanlığın gelişimini önlemektedir (Gür 2007, Gökçay 2008).
Anne sütündeki vitamin düzeyleri annenin vitamin depolarında bir yetersizlik yoksa bebeğin gereksinimini kolaylıkla karşılayacak durumdadır. Anne sütündeki vitamin miktarı annenin beslenme durumundan ve vitamin alımından etkilenmektedir (Coşkun 2003). Anne sütünde D ve K vitaminleri dışında yağda ve suda eriyen vitaminlerin çoğu istenilen düzeyde bulunmaktadır. Yeni doğanda bağırsak florası tam olarak oluşmadığı için yeni doğanın hemorajik hastalığını önlemek amacıyla rutin olarak doğumdan sonra intramusküler yolla K vitamini uygulanmaktadır (Samur, 2008). Anne sütündeki C vitamini, ilk altı ayda bebeğin gereksinimini karşılamakta, dışarıdan C vitamini içeren besinler verilmesi gerekmemekte, ayrıca yeterli A vitamini sağlanmaktadır (Aykut 2010).
Minerallerin anne sütündeki miktarları düşük, ancak işlevleri çoktur. Anne sütündeki birçok mineral (kalsiyum, fosfor, demir, magnezyum, çinko, flor) miktarı annenin diyetinden etkilenmemektedir. Anne sütünde kalsiyum miktarı inek sütüne göre düşüktür, ancak kalsiyum oranı fosfordan iki kat daha fazla (140 mg/l) ve emilimi daha yüksektir. Bu özelliği de kemik mineralizasyonu için uygun olmaktadır (Gökduman 2009). Anne sütündeki demir miktarı (0,2-0,8 mg/dl) düşük olmasına rağmen, içerisindeki demirin %50’ si emilebildiği için yararı çok fazla olmaktadır. Bu nedenle zamanında doğmuş bir bebeğin ilk altı ay takviye demir ihtiyacı yoktur, anne sütü bebeği ilk altı ayda demir eksikliğinden korumaktadır (Atlas 2006, Duran 2008).
Anne sütünde en az 70 kadar enzim bulunmaktadır. Bu maddelerin bir kısmı bebekte sindirimi kolaylaştırırken bir kısmı hücresel düzeyde, mikropların vücutta etkisiz hale getirilmesi sırasında destek sağlamakta ve bunların içerisinde en önemlisi lipaz olmaktadır (Önder 1996). Düşük safra tuzu konsantrasyonunda bile aktive olabilen anne sütü lipazı, anne sütü ile beslenen bebeklerde, özellikle sindirim işlevleri tam gelişmemiş prematüre bebeklerde; yağ sindirimi ve emilimine önemli katkıda bulunmaktadır. Bu enzim, inek sütü ve formül mamalarda bulunmamaktadır (Gürel 2009). Lipaz ve amilaz, bazı mikro besin maddelerinin sindirimine ve kullanımına yardımcı olabilecek, anne sütünün içinde bulunan enzimlerdir. .-1-antitripsin ve antikimotripsin, anne sütünün proteaz enzimidir ve pankreas enzimlerini sınırlandırmak için beraber çalışmaktadır. Anne sütü ile beslenen bebeklerin toplam azot dengesi çok fazla etkilenmediği için .-1-antitripsin ve antikimotripsin etkisi proteinlerin parçalanmasının gecikmesine neden olmaktadır (Lönnerdal 2003).
Laktoperoksidaz anne sütündeki immünoglobülin dışı koruyucu protein olmakla beraber, meme bezinde mikrobiyal invazyonu da önlemektedir. Ayrıca laktoperoksidaz hidrojen peroksidaz ve tiyosiyanat ile reaksiyona girerek Streptokok enfeksiyonlarından korumaktadır (Gür vd. 2010).
Haptokorrin’in (vitamin B12 bağlayıcı protein olarak anılır), erken infant dönemdeki B12 absorbsiyonu için önemli olduğu düşünülmektedir. Yaşamın ilerleyen dönemlerinde mide mukozasından salgılanan intrinsik faktörler vitamin B12 emilimini kolaylaştırmaktadır ancak intrinsik faktörler emzirilen bebeklerde de vardır fakat miktarı bu yaşlarda yeterli olmadığı için bebekler vitamin B12 emilimi için haptokorrine bağımlı olmaktadır (Hendricks and Guo 2014).
Enzimlerin yanı sıra, anne sütünde çok sayıda hormon bulunmaktadır. Bunlar prolaktin, büyüme hormonu, tiroid stimüle edici hormon, tiroid salgılayıcı hormon, luteinize edici hormon salgılayıcı hormon, somatostatin, gonadotropin salgılayıcı hormon, büyüme hormonu salgılayıcı hormon, tiroksin (T4), triiyodotironin (T3), reverse T3, parathormon, parathormon ilişkin peptid, kalsitonin/kolsitonin inhibe edici protein, östrojen, progesteron ve adrenal steroidler olmak üzere anne sütünde bulunan başlıca hormonlardır (Gür 2007).
Hormonlar, bebeklerin bağırsak ve immun sistemi fonksiyonlarını geliştirip düzenleyebilmekte ayrıca prolaktin, B ve T lenfositlerinin gelişimini destekleyerek intestinal lenfoid dokunun farklılaşmasına etkide bulunmaktadır (Gürel 2009). Anne sütündeki hormonlardan olan kortizol, tiroksin ve insülin büyüme faktörleri ile birlikte yenidoğanların bağırsağının olgunlaşmasını ve bağırsaklarda bölgesel koruyucu mekanizmaların gelişmesini sağlamaktadır. Anne sütünde eritropoietin, melatonin ve leptin hormonları da bulunmaktadır (Henderson et al. 2007).
Büyüme faktörlerinin, özellikle gastrointestinal sistemin büyümesini ve gelişmesini etkilemenin yanı sıra glikoz seviyesi ve sistematik büyüme üzerine de bazı etkileri olabilmektedir (Palmeira and Carneiro-Sampaio 2016). Anne sütünün besleyici ve enfeksiyonlardan koruyucu özelliklerinin yanı sıra biyolojik işlevleri düzenleyici etkisi olduğu bilinmektedir ve başta gastrointestinal ve respiratuvar sistem olmak üzere çok sayıda organ sisteminin gelişmesini ve büyümesini sağlamaktadır (Duran 2008). Hedef hücrelerdeki reseptörlere tutunarak çok sayıdaki organ sisteminin büyüme ve gelişmesini düzenleyen düşük molekül ağırlıklı proteinlerden oluşmakta ve reseptörleri tutan büyüme faktörlerinin hücre içine alınması ile hücre içinde katabolik yollar inhibe edilmektedir. Yapıtaşlarının hücre içine girişi, protein sentezi, DNA ve RNA sentezlerinde artma olmaktadır (Gürel 2009).
BESİN DEĞERİ AÇISINDAN ANNE SÜTÜ
Doğumdan sonra salgılanan ve bebeğin memeden alacağı ilk besine “ilk süt” ya da “kolostrum” da denilmektedir. Bu süt, anneden anneye değişiklik gösterse de genellikle sarımtırak renkli ve koyu kıvamlıdır. Doğumdan sonraki 2-3 gün boyunca bu sarı renkli süt gelmektedir. Bu sütün bileşim özellikleri yeni doğanın sağlıklı gelişimi açısından önemlidir (Samur 2008). Bu süt yeni doğanın ilk günlerde enerji, sıvı ve besin gereksiniminin tümünü karşılamaktadır. İçerisinde olgun süte oranla daha fazla protein, vitamin, mineral, inorganik tuz ve daha az oranda yağ ve karbonhidrat bulunmaktadır. Sarımsı rengi beta karotenden kaynaklanmaktadır. Kolostrumda bulunan antienfektif ögeler (sekretuar IgA 20-30g/l, A vitamini, sodyum ve çinko) olgun süte oranla daha zengin olduğundan, ayrıca yüksek düzeyde antikor içerdiğinden, steril ortamdan steril olmayan ortama gelen bebek ilk birkaç gün içerisinde enfeksiyonlardan en iyi şekilde korunmuş olmaktadır (Toprak vd. 2002, Viryo 2005, Samur 2008).
Geçiş sütü, kolostrumdan sonra salgılanmaya başlayan ve doğum sonrası 6–15. günlerde devam eden süttür. Geçiş sütünün protein ve mineral içeriği kolostrumdan düşük, laktoz, yağ ve toplam kalori içeriği ise yüksektir (Bayram 2006). Geçiş sütünde kolostruma göre total protein oranı azalmaya başlamaktadır. Daha yüksek oranda yağ, laktoz, vitamin içermekte ayrıca kalori değeri artmaya başlamaktadır (Çavuşoğlu 2004). Memeler aniden büyümekte, sertleşmekte, hassas ve ağrılı bir hal oluşmaktadır. Memelerdeki kan ve lenfatik dolaşımın artmasıyla, lobül ve kanallara aniden süt akımı sonucu oluşan bu konjesyona “engorjman” denmekte ve yaklaşık 1–2 gün sürmektedir (Taşkın 2007).
Kolostrumdan sonra geçiş sütü ve matür (olgun) anne sütü oluşmaktadır. On beşinci günden sonra salgılanan süttür (Gökçay 2008, Samur 2008). Bu sütün %10’u enerji ve büyüme için gerekli olan karbonhidrat, protein ve yağları içermekte ve geri kalan kısmı su olmaktadır. Matür sütün rengi beyaz, dansitesi 1,031’dir ve pH’ı 6.97 dolayındadır. Matür süt %7 laktoz, %4.5 yağ, %0.3 tuz ve 650 kalori içermektedir (Cattaneo et al. 2005, Taşkın 2007). Matür süt ilk 4-6 ay bebeğin besin gereksinimini tek başına, hiçbir ek gıdaya gerek kalmadan karşılayabilmektedir. Matür sütün bileşimi emzirmenin başlangıcından sonuna doğru farklılık göstermektedir. Emzirmenin başlangıcında karbonhidrat, vitamin, protein ve sudan zengin bir süt (ön süt), emzirmenin sonuna doğru gelen süt ise yağdan zengin bir (son süt) yapıya sahiptir. Bebekte tokluk hissinin sağlanması ise bu sayede olmaktadır (Durmuş 2009).
ANNE SÜTÜNÜN ANTİENFEKTİF ÖĞELERİ
Anne sütündeki antienfektif öğeler bebekleri enfeksiyonlara karşı koruyan anne sütündeki elementlerdir. Kolostrumda bulunan antienfektif öğeler (sekretuar IgA 20-30g/l, A vitamini, sodyum ve çinko) olgun süte oranla daha zengin olduğundan, ayrıca yüksek düzeyde antikor içerdiğinden, steril ortamdan steril olmayan ortama gelen bebek ilk birkaç gün içerisinde enfeksiyonlardan en iyi şekilde korunmuş olmaktadır (Toprak vd. 2002, Viryo 2005, Samur 2008). Peynir altı suyu proteinlerinin çoğu bebeği enfeksiyonlara karşı koruyan antienfektif proteinlerdir. Laktoferrin, lizozim, salgısal immunglobulin A ve diğer immunglobulinler, nükleotitler ve büyüme etkenleri bağışıklıkta önemli rol oynamaktadır (Neyzi ve Ertuğrul 2002, Yurdakök 2004). Laktoferrin demiri bağlayarak patojen mikroorganizma olan E.coli, Streptococus ve C. albicans gibi mikroorganizmaların üremesini engelleyen bakteriostatik etki gösteren bir proteindir (Alp vd. 1991).
Bifidus faktörü bağırsakta Lactobacillus bifidus bakterisinin oluşumunu ve büyümesini sağlamaktadır. Lactobacillus bifidus adlı yararlı bakteri, bağırsak pH’sını düşürerek diyareye neden olan mantar, E.coli ve Shigella gibi mikroorganizmaların üremesini engellemektedir (Kurnaz 2014). Lizozimler hücre duvarındaki peptidoglikanları parçalayan ve bakterisidal etkisi olan enzimlerdir. Lizozim; E.coli ve Salmonella bakterilerini S lg A ile birlikte parçalama özelliğine sahiptir (Chandra 1978).
İnterferon ve laktoperoksidaz bakteriostatik etkili ve antiviral etkisi olan proteinlerdir. Laktoperoksidaz meme bezlerinden salgılanan ve porfirin içeren bir enzimdir. Anne sütünde inek sütüne göre 20 kat daha fazla bulunan laktoperoksidazın Streptokok, Koliform, Salmonella, Shigella, Psödomonas, Vibrio ve mikoplazmaların üremesini inhibe ettiği gösterilmiştir. Virüslere karşı anne sütündeki lenfositler interferon salgılamaktadır (Aimutis R.W. 2004).
İmmünoglobülin özellikle Sekretuar IgA bakterilerden E.coli, Vibrio cholera, H.influenza, Difteri, Pnömoni, Salmonella ve Shigellaya karşı etkili olmaktadır. Sekretuar IgA bakteriler kolostrum kandan 50-100 kat daha fazla bulunmaktadır. İmmünoglobülinler virüslerde ise polio, HIV, rotavirüs ve sitomegalovirusa karşı etkilidir. İmmünoglobülinlerin temel fonksiyonu, bağışıklık sistemini desteklemek olduğundan bunlar insanların enfeksiyonlara karşı direncini arttırmakta ve bağırsak sağlığını iyileştirmektedir (Marshall K. 2004).
Oligosakkaritler, reseptör analoğudur. Bakterilerin epitel dokuya bağlanmasını önlemektedir. Anne sütündeki oligosakkaritler yenidoğan bebeklerdeki bağırsak mikrobiyotasının gelişimine yardımcı olmaktadır, aynı zamanda bebeğin sindirim sistemindeki bakterilerin çoğalmasına katkı sağlamaktadır (Örsdemir 2011). Bağırsaktaki folatı ve B12 vitaminlerini bağlayarak mikrop üremesini engellemektedir. Bebekler için önemli olan B12 vitamini anne sütünde ortalama 0.42 µg/l bulunmaktadır ve anne sütü içeriğindeki haptokorrin sayesinde vitamin B12 bağlama kapasitesinin fazla olduğu bilinmektedir (Adkins and Lönnerdal 2003). Folat eksikliği organizmaların metabolik faaliyetlerini sürdürmesine engel olmakta ve çeşitli hastalıklara neden olmaktadır. İnsan vücudu folatı sentezleyemediğinden dışardan besinlerle veya takviyelerle bu ihtiyacı karşılaması gerekmekte, özellikle gebelik döneminde folat miktarına dikkat edilmesi gerekmektedir. B12 ve folat vitaminleri hematopoetik sistem ve sinir sistemi gelişiminde önemli rol oynamaktadır (Zeydanlı ve Yüksekdağ 2013).
ANNE SÜTÜNDEKİ BİYOAKTİF MADDELER
Anne sütü çok özel bir gıda maddesidir. Yapısında, besin elementlerinin yanı sıra, önemli fonksiyonel bileşenler de bulunmaktadır. Besin maddeleri bebeklerin gelişimini sağlarken, fonksiyonel bileşenler daha özel organların, örneğin beyin ve sinir sisteminin gelişiminde, retinal gelişimde, ayrıca bebeklerin çeşitli enfeksiyonlara karşı korunmasında önemli rol oynamaktadır. Bu maddeler, biyoaktif maddeler olarak isimlendirilmektedir (Alpkent ve Kubat 2003).
Anne sütünde bulunan oligosakkaritler; glikoz, galaktoz, fukoz, N-asetilglukozamin ve sialik asit içermektedir. Anne sütünde bulunan 130 farklı oligosakkaritin bebeklerin beyin gelişiminde ve enfeksiyonlara karşı dayanımında rol oynadığı bilinmektedir. Oligosakkaritlerden sialik asit 9 karbonlu bir şeker olup, bu maddenin sinir hücrelerinin transmisyonunda, hafızanın gelişiminde ve hücreden hücreye iletişimde rol oynadığı bilinmektedir (Hurley 2002).
Prebiyotikler anne sütünde de bulunmaktadır. Prebiyotikler bağırsaklardaki Bifidobacterium bifidum’un gelişimini destekleyerek patojen mikroorganizmalara karşı inhibe edici etki göstermektedir. Canlı beyaz kan hücreleri (örneğin makrofajlar ve nötrofiller) mikroorganizmalara karşı doğrudan aktivite göstermekte veya bakteri hücre duvarına zarar veren lizozimleri oluşturmaktadır. Antioksidanlar, prostoglandinler, prostoglandin reseptörleri ve sitokin reseptörleri gibi antienflamatuar ajanlar vücudun dayanıklılığını etkileyebilmektedir (Alpkent ve Kubat 2003).
ANNE SÜTÜNÜN YARARLARI
Anne sütü, bebekler için özel bir gıda olup, yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlamakta, ayrıca büyüme ve gelişmede yardımcı olan büyüme faktörlerini içermektedir. Alerjen özellik göstermemesi ve kolay hazmedilebilir özellikte olması nedeniyle bebekler anne sütünün içerisindeki protein (laktalbümin) ve yağı, inek sütündeki protein (kazein) ve yağdan daha kolay sindirebilmektedir (Greene et al 2010). Anne sütü ile beslenmede, bebeği hastalıklara karşı koruyan antikorlar bulunmaktadır. Anne sütü; kronik hastalıkları, şeker hastalıkları, kulak enfeksiyonu, diş çürükleri, alerjik hastalıklar, idrar enfeksiyonları, beslenme bozuklukları ve obezite gelişiminin önlenmesinde önemli etkenleri oluşturmaktadır. Anne sütünün içerisindeki akyuvar ve koruyucu maddeler sayesinde enfeksiyon riski en aza indirilmektedir. Anne sütü A vitamini açısından zengin olup göz hastalıklarına karşı koruyucu etki göstermektedir. Anne sütündeki kolostrumda bulunan büyüme faktörü sayesinde organ ve sistemler etkili olarak çalışmaktadır. Anne sütü, bebek ile anne arasındaki bağları güçlendirmektedir (Elmas ve Tuncer 2012). Anne sütü, annenin sağlığını korumaktadır. Emziren annelerde göğüs kanseri, yumurta kanseri, kemik erimesi ve kansızlık (anemi) gibi hastalıkların oluşum riski en aza indirilmektedir. Anne sütü uterusun eski haline dönmesine yardımcı olmakta, anneyi aşırı kan kaybından korumaktadır (Tenekecioğlu vd. 2017). Şeker haslığı olan bir annede günlük insülin ihtiyacı emzirme sürecinde daha düşüktür. Endometriosis hastalığının ilerleme hızı daha düşüktür. Romatizma hastalığının emziren annelerde görülme riski azalmaktadır (Greene et al. 2010).
Doğum sonrası annelerin emzirmeye erken başlaması ile doğumdan sonra oluşan kanamalar daha kısa sürede sonlanmaktadır. Bu sebeple laktasyonel amenore demir kaybı riskini azaltmaktadır (Yiğit vd 2008; Gür 2007, Şahin 2008, Kaya ve Pirinççi 2009).
Anne sütü, bebek ve anne sağlığı için kısa ve uzun dönemde pek çok yararları olduğu bilinen doğal bir besin kaynağıdır. Bebeğin ilk altı ayı süresince büyüme ve gelişimine dair ihtiyaçlarına tek başına cevap verebilen anne sütü, anne ve bebek bağının kurulmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Anne sütünün bebeğe sağladığı yararlar sadece aktif beslenme süreci ile sınırlı kalmayıp, ileri yaşam sağlığı üzerinde de olumlu etkileri bulunmaktadır (Atlas 2006).
ANNE SÜTÜ İLE HAYVANSAL KAYNAKLI SÜTLERİN KARŞILAŞTIRILMASI
İnek sütünde E ve D vitaminleri yeterli olmamaktadır. Demir mineralinin emilimi; inek sütünden %5, anne sütünden ise %50 oranındadır ve bu nedenle demir eksikliğine neden olabilmektedir. Anne sütü florür açısından inek sütüne göre oldukça zengindir ve özellikle bebeklerde diş gelişimi için önemli olmaktadır. Anne sütü kemik gelişimine etki eden kalsiyum açısından da oldukça zengindir (Karaçam ve Kitiş 2003). İnek sütünde protein miktarı anne sütünün yaklaşık üç katıdır ve protein yapıları farklıdır. Bu nedenle hızlı büyüyen inek yavrusunun ihtiyaçlarını karşılar durumdadır. Bebeğin fazla protein gereksinimi yoktur. İnek sütü anne sütüne göre daha zor sindirilmektedir (Ünal ve Besler 2008). Sindirim açısından bakılacak olursa, inek sütünün bileşiminde önemli yer tutan kazein midede daha büyük parçacıklara ayrılırken, insan sütü daha küçük parçacıklara ayrılmaktadır. Bu durumda inek sütüne göre büyük parçacıkları sindirim enzimlerinin etkilemesi daha zordur ve dolayısıyla inek sütü daha zor sindirilmektedir. Ayrıca inek sütünün pıhtılaşmış büyük parçaları, incebağırsaktan çok yavaş geçmekte; böylece su ve laktoz büyük ölçüde ince bağırsağın ilk bölümlerinde emilmekte ve kalınbağırsağa ulaşamamaktadır (Erkaya ve Şengül 2012).
Keçi sütü yüksek miktarda küçük çaplı yağ kürecikleri ve düşük düzeyde .-kazein içermekte ve bu özellikleriyle sindirim ve absorbsiyonu daha kolay olmaktadır. Yüksek oranda protein, protein olmayan azot ve fosfat içeriğine bağlı yüksek tamponlama kapasitesi sayesinde gastrointestinal sağlığın korunmasına yardımcı olmaktadır. İnek sütüne göre daha az alerjen olması ve antimikrobiyal, immünmodülatör özellikleriyle anne sütüne inek sütünden daha fazla benzerlik göstermektedir (Akan ve Kınık 2015).
Son yıllarda, anne sütüne yakın bileşimi ve fonksiyonel özellikleri nedeniyle eşek sütüne karşı olan ilgi artmaktadır. Artışın en önemli etkenlerinden biri besleyici ve işlevsel özelliklerinin yanı sıra, özellikle inek sütüne alerjisi olan bireylerin beslenmesinde önemli bir kaynak olarak yer almasındandır. Eşek sütü özellikle anne sütüne protein ve lipit bakımından benzerlik göstermektedir. Eşek sütünün protein içeriği insan sütüne benzemekle birlikte, inek sütünden çok daha düşük değere sahip olmaktadır (Guo et al. 2007, Salimei et al. 2004). Bileşiminde yüksek oranda bulunan lizozim ve laktoferrin etkisiyle bakteri yükünün az olması da onu avantajlı kılan özelliği olmaktadır. Vitamin ve mineral madde yönünden zengin olan eşek sütü yaşlanmayı geciktirici özelliğe sahip olmasının yanında, kimyasal bileşiminin anne sütüne benzerlik göstermesi ve kazeinle serum proteinleri arasında iyi bir dengenin bulunması onu çok yönlü bir besin kaynağı haline getirmektedir (Gürsel ve Budak 2012).
ANNE SÜTÜNÜN KONTRENDİKE OLDUĞU DURUMLAR
Anne sütü her çocuk için yararlı besinleri içermekte ve büyüme gelişme için en gerekli besin kaynağı olarak yer almaktadır. Annenin ağır hastalığı ya da kemoterapi ve radyoterapi görmesi durumu dışında anne sütünün verilmediği durumlar çok nadirdir. Annenin aktif tüberkülozu da annenin emzirmesine engel olan durumlardandır (Gür 2007).
İnsan T-hücre lenfotropik virüsü (HTLV-1) ve human imnunodeficiency virüs (HIV) hariç diğer enfeksiyonların çoğu anne sütü ile beslenmeye kontrendikasyon oluşturmamaktadır. Bebek genellikle prodromal devrede enfeksiyon hastalıklarının büyük çoğunluğuyla karşılaştığı için annenin enfeksiyon hastalıklarına yakalandığı dönemde de anne sütüne devam edilmektedir. Çok bulaşıcı mikroorganizmanın saptandığı durumlarda bile anne sütüne kısa bir süre ara verilmekte, annede tedaviye başlanmakta ve emzirmeye devam edilmektedir. Annenin meme bezlerinde üretilen antikorlar süte geçerek bebeği mikroorganizmalara karşı korumaktadır (Bala 2015). Hepatit A’nın hamileliğin son üç ayında ve laktasyon sırasında geçirilmesinin anne sütü ile beslenme açısından bir sakıncası yoktur. Hastalığın ilk dönemlerinde teşhis konulmuşsa anne el temizliğine dikkat etmeli ve aşılanmalıdır (Coşkun 2003). Hepatit B enfeksiyonu (aktif, kronik ve taşıyıcılık) emzirme için bir kontrendikasyon değildir. Anne Hbs Ag pozitif ise bebeğe doğumdan sonra 12 saat içerisinde Hepatit B immünoglobulin verilmeli ve aşılanmalıdır (Gürel 2009). Sitomegalovirus pozitif anneler bebeklerini güvenli bir şekilde emzirebilmekte ancak prematüre ve immun yetersizliği olan bebeklerde dikkatli olunması gerekmektedir. Varisella zoster enfeksiyonu annede saptandığında bebek geçici olarak anneden ayrılmalı ve beslenme şeklinin ne olduğuna bakılmaksızın varisella
zoster immünoglobülin verilmelidir. Geçmişte tüberküloz tanısı almış fakat halen tüberkülozu devam etmeyen anneler bebeğini emzirebilmekte ancak annede aktif tüberküloz varsa bebek anneden uzaklaştırılmakta, annede tedaviye başlanmakta, düzelme görülünceye kadar özellikle balgamında basilin negatifleştiği gösterilinceye kadar beklenmektedir (Coşkun, 2003). Memede aktif tüberküloz lezyonu yoksa annenin sağılmış sütü verilebilmekte, ancak memede lezyon varsa iyileşinceye kadar göğüsten sağılan sütler atılmaktadır (Bala 2015). Bebeğin galaktozemi, fenilketonüri vs. bazı metabolik hastalıklarında anne sütü verilmemelidir. Çok yakından izlenmesi şartıyla ile kan fenilalanin düzeyine göre, fenilketonürili bebeklerde kısmen anne sütü ile beslenmeye izin verilmektedir (Gür 2007).
SONUÇ
Anne sütü bebek ve anne sağlığı için kısa ve uzun dönemde pek çok faydaları bulunan doğal bir besindir. Anne sütünün bebeğin sağlığı, büyümesi ve gelişimi açısından büyük önemi vardır. Anne sütünün içeriğindeki vitamin, mineral, karbonhidrat, protein bebeğin bütün ihtiyaçlarını karşılamakta olup bebeğin ek besine ihtiyaç duymamasını sağlamaktadır. Anne sütünün yerini tutabilecek hiçbir gıda maddesi bulunamamıştır, hayvansal kaynaklı sütler de anne sütünün yerini tutamamaktadır.
Bebeklik döneminde anne sütü ile beslenme başta enfeksiyon hastalıkları olmak üzere hastalıklara yakalanma riskini azaltmakta olup vücuda direnç sağlamaktadır. Anne sütü ile beslenme anne ve bebek arasında özel ve duygusal bağın kurulmasına yardımcı olmaktadır. Anne sütünün bebeğe olduğu kadar anne sağlığı için de birçok yararlı etkenleri bulunmaktadır.
Ülkemizde anne sütü ile beslenme alışkanlığı yaygın olmasına rağmen yeterli değildir. İlk 6 ay anne sütü alan bebeğin su dahil hiçbir ek besine ihtiyaç duymadığı bilinmektedir. Sağlık bakanlığı tarafından ailelerin anne sütünün önemi konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Anne sütü hakkında ayrıntılı ve yeterli çalışma bulunmaması; anne sütüne eşdeğer fonksiyonel ek gıdaların üretilmesinde çeşitliliğin azalmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla konu ile ilgili ayrıntılı ve güncel çalışmaların yapılmasının var olan literatüre katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
Adkins Y. and Lönnerdal B. (2003) Potential host-defense role of a human milk vitamin B12-binding protein, haptocorrin, in the gastrointestinal tract of breastfed infants, as assessed with porcine haptocorrin in vitro. Am J Clin Nutr, 77:123440s.
Aimutis R.W (2004) Bioactive properties of milk proteins with particular focus on anticariogenic. The Journal of Nutrition 20: 989-995s.
Akan E ve Kınık Ö (2015) Keçi sütü kalitesinde yeni gelişimlere bir bakış. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi,Süt Teknolojisi Bölümü,Gıda ve Yem Bilimi Teknolojisi Dergisi, 15:35-45s.
Alp H, Altınkaynak S ve Yıldız L (1991) Anne Sütünün Enfeksiyonlara Koruyucu Etkisi. Aile ve Toplum Dergisi, 1, 5-10s.
Alpkent Z ve Kubat U. (2003) Anne Sütünde Bulunan Biyoaktif Maddeler, Gıda Mühendisliği Dergisi; 14: 41-45.
Atlas B (2006) Şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi aşı merkezi ve yeni doğan izleme ünitesine başvuran annelerin anne sütü konulu eğitiminin etkinliğinin incelenmesi. Uzmanlık Tezi, Sağlık Bakanlığı Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Koordinatörlüğü, İstanbul, s.54.
Aykut M (2010)Toplum beslenmesi. Halk Sağlığı Genel Bilgileri’nde. Ed. Öztürk Y, Günay O. Kayseri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, s:1247417.
Bala M (2015) Anne sütü ile beslenen ve formül mama ile beslenen bebeklerin serum ima (ıschemıa modıfıed albumın) değerlerinin araştırılması, Yüksek lisans tezi, T.C. Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü , Konya,24-25s.
Bayram F (2006) Postpartum dönemdeki annelerin anne sütünün önemi hakkında bilgi düzeylerinin incelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Afyon, s.92.
Cattaneo A, Yngve A, Koletzko B and Guzman LR (2005) Protection, promotion and support of breast-feeding in europe: Current situation, Public Health Nutrition, 8(1): 39- 46.
Chandra RK (1978) İmmunological aspects of human milk. Nutrition Reviews, 36: 265.
Coşkun T (2003) Anne sütü ile beslenme. Katkı Pediatri Dergisi; 25:163-183.
Çavuşoğlu H (2004) Çocuk sağlığı hemşireliği. 8. baskı, Sistem Ofset Basımevi, Ankara s: 41–48.
Donovan SM, Wang M, Monaco MH, MartinCR, Davidson LA ve Ivanov I (2014) Noninvasivemolecular fingerprinting of host-microbiome in-teractions in neonates. FEBS Lett ;588(22):4112-9.
Duran S (2008) Ebe ve hemşirelerin anne sütü ve emzirme konusundaki bilgi ve tutumlarının, danışmanlık verdikleri annelerin bebeklerini anne sütü ile besleme davranışlarına etkisi. Uzmanlık Tezi, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Edirne, s.82.
Durmuş N (2009) 0-2 Yaş arası bebeklerin, annelerinin gebelik ve perinatal dönemlerinin, sosyodemografik özelliklerinin ilk altı ay sadece anne sütü ile beslenmeye etkisi. Tıpta Uzmanlık Tezi, T. C. Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği, İstanbul, s.79.
Elmas C ve Tuncer M (2012) Bebeğimi büyütürken neyi, ne zaman, nasıl yapmalıyım. 1.Basım, Remzi kitapevi, İstanbul,41-42s.
Erkaya T ve Şengül M (2012) İnek sütü alerjileri ve kontrol yöntemleri. Atatürk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Akademik Gıda, Erzurum, 114-124s.
Gökçay G (2008) Yaşamın İlk 2 Yılında Çocuk Sağlığı ve Bakımı. 1. baskı, Saga Yayınları, İstanbul.
Gökduman M (2009) 0-6 Aylık Bebeği Olan Annelerin Anne Sütünü Artırmaya Yönelik Geleneksel Uygulamaları, Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doğum-Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Aydın, 10-11s.
Greene A, Pavini J and DiGeronimo TF (2010) Sağlıklı bebek yetiştirme rehberi. 1. Basım, Hayykitap, İstanbul, 128-129 s. Guo H.Y, Pang K, Zhang X.Y, Zhao L, Chen S.W, Dong M.L and Ren F.Z, (2007) Composition, physiochemical properties, nitrogen fraction distribution, and amino acid profile of donkey milk. J. Dairy Sci., 90, 1635-1643.
Güneş E (2017) Anne Sütündeki Biyoaktif Bileşenler, Türkiye Klinikleri Beslenme ve Diyatetik Özel Dergisi , 3(2), 101-10.
Gür E (2007) Anne sütü ile beslenme. Türk Pediatri Arşivi İstanbul, 42, 11-5.
Gür F, Güzel M, Öncül N, Yıldırım Z ve Yıldırım M (2010) Süt serum proteinleri ve türevlerinin biyolojik ve fizyolojik aktiviteleri. Akademik Gıda 2010;8(1):23-31.
Gürel PP (2009) Polikliniğimize başvuran 6ay-12ay arası çocukların annelerinin; anne sütü ile beslenme ve emzirme konusunda bilgi düzeyinin ve uygulamalarının değerlendirilmesi. Uzmanlık Tezi, Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, s.137.
Gürsel A ve Budak Ş.Ö (2012), Alternatif Bir Süt: Eşek Sütü, Gıda, 37(4), s:243250.
Henderson G, Anthony M and Mcguire W (2007) Formula Milk Versus Maternal Breast Milk For Feeding Preter Morlow Birth Weight İnfants. Cochrane Database Systrev ,(4)
Hendricks GM and Guo M (2014) Bioactive components in human milk. Human milk biochemistry and infant formula manufacturing.Human Milk Biochemistry and Infant Formula Manufacturing Technology, Elsevier, 33-54s.
Hurley W.L (2002) Human milk and lactation. In Lactation Biology. Beaudry M, Dufour R and Marcoux S (1995) Relation between infant feeding and infections during the first six months of life. Journal of Pediatrics, 126(2): 191-197.
Karaçam Z ve Kitiş Y (2003) Yenidoğan ve erken çocukluk dönemlerinde besin alerjisi, inek sütü protein alerjisi ve hemşire/ ebenin sorumlulukları. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Halk Sağlığı Hemşireliği, Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi. 2s.
Kaya D ve Pirinççi E (2009) 0-24 Aylık çocuğu olan annelerin anne sütü ve emzirme ile ilgili bilgi ve uygulamaları. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 8(6), 479484s.
Kurnaz D (2014) Erken Postpartum Dönemde Annelerin Emzirmeye İlişkin Tutumve Başarılarılarını Etkileyen Faktörler. Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ebelik Anabilim Dalı, Aydın,14-16.
Lönnerdal B (2003) Nutritional and physiologic significance of human milk proteins. Am J Clin Nutr 2003;77(6):1537-43.
Marshall K 2004. Therapeutic applications of whey protein. Alternative Medicine Review 9:136-156.
Neyzi O ve Ertuğrul T (2002) Sağlıklı Çocuğun Beslenmesi. Pediatri, 3. baskı, Cilt 1, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul,s: 183.
Onbaşı Ş (2009) Doğum Öncesi Anne Adaylarına Verilen Anne Sütü ve Emzirme Eğitminin Emzirme Oranına ve Süresine Etkisi. Uzmanlık tezi, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne, 70s.
Önder K (1996) Elazığ’da Anne Sütü Epidemiyolojisi ve İlk Dört Ayda Yalnız Anne Sütü Alınımını Etkileyen Etmenler. Uzmanlık Tezi. Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Elazığ 17-18.
Örsdemir Ç (2011) Doğum sonu döneminde annelerin emzirmeye ilişkin bilgileri ve emzirme davranışlarının belirlenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Lefkoşa, s.129.
Palmeira P and Carneiro-Sampaio M (2016) Immunology of breast milk. Revista da Associação Médica Brasileira 2016;62(6):584-93.
Salimei E, Fantuz F, Coppola R, Chiofalo B, Polidori P and Varisco G (2004) Composition and characteristics of ass’s milk. Anim. Res.,53,67-78.
Samur G (2008) Anne sütü. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, 1. Baskı, Klasmat Matbaacılık, Ankara, s.19.
Şahin G (2008) Emziren annelerin emzirme ile ilgili bilgi, uygulama ve davranışlarının değerlendirilmesi. Uzmanlık Tezi, İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Koordinatörlüğü, İstanbul, s.74.
Taşkın L (2007) Doğum ve kadın hastalıkları hemşireliği. 8. baskı, Sistem Ofset Matbaacılık, Ankara, s: 284–285.
Tenekecioğlu E, Tezcan N, Şakar Z, Yılmaz K, Alpek M, Özdursun V, Deniz N ve Ayra S (2017) Bebek liderliğinde beslenme BLW. 6.basım, Pupa yayınları, İstanbul, 36-37s.
Toprak I, Bunsuz O ve Şentürk Ş (2002) Toplumun beslenmede bilinçlendirilmesi yeterli ve dengeli beslenme. 2. baskı, Onur Matbaacılık, Ankara, s.110.
Uauy R, Patricia M (2015) Long chain polyunsaturated fatty acids supplementation in preterm infants. Current Opinion in Pediatrics;165-71.
Ünal R.N ve Besler T (2008) Beslenmede sütün önemi. Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, , Ankara, 8-10s.
Viryo H (2005) Implementation of health education, based on ethnographic study to increase the colostrum and decrease early solid food feding. Health Education&Behavior, (32)1: 102-112.
Wada Y and Lönnerdal B (2014) Bioactive peptides de-rived from human milk proteins – mechanisms of action, Journal of Nutritional Biochemistry , 25:503-14.
Yılmaz C (2016) Doğum Sonrası Erken Dönemde Ebeveynlere Verilen Emzirme Eğitiminin Bebeklerin İlk Altı Ay anne Sütü Alma Durumuna Etkisi. Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ebelik Yüksek Lisans Programı, Aydın,s.9-1.
Yiğit Kurtuluş E, Tezcan S ve Tunçkanat H (2008) Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, Ankara.
Yurdakök K (2004) Anne sütü ile beslenme. Yurdakök M, Erdem G (Editörler). Neonatoloji’de. Ankara: Alp Ofset; 2004.s.166–74.
Zeydanlı M.N ve Yüksekdağ Z.N (2013) Folat eksikliği ve probiyotikler. Nevşehir Bilim ve Teknoloji Dergisi Cilt 2(2) 21-36s.