Atalar ‘Mart ayı dert ayı’ derken acaba süt üreticisinin durumunu dikkate alarak mı söylemişler bu sözü. Gerçi bu yıl dert ayı Şubat’tan başladı. Bölgeler arasında farklılık olmasına rağmen fi yatlar 15-20 kuruş düşerek 55 kuruşa kadar geriledi.
Sanayici artık süt fi yatlarıyla dilediği gibi oynayabiliyor. Hem hükümetten yüz bulduğu için, hem de üreticinin örgütlü bir güç olamayışından yararlanarak…. 2009’da çiğ süt 35-40 kuruşları gördüğünde de, 2010’da süt grevi eyleminde de hep aynı tablo yaşandı.
Çiğ süt üreticisinin dramı her yıl aynı dönemde tekrar ediyor. Bu durum hayvan varlığımızı ve temel besin maddelerinden sütün üretimini de riske ediyor. Üretimimizin sanayicinin insafına terk edilmemesi için iki konu acilen çözüme kavuşturulmalı. Bunlardan birincisi çiğ süt üreticilerinin örgütlenmeden kaynaklanan sorunlarıdır.
Süt Dünyası’nın son iki sayısında ‘süt sektöründe örgüt karmaşası’ ve ‘sütü kim toplayıp satmalı’ adlı kapsamlı özel dosya yayınlandı. Bu çalışmalarda üretici örgütlerine sütün toplanması, satılması, fi yatının belirlenmesi ve üreticinin tek bir çatı altında toplanmasına kadar birçok önemli konu ele alındı. Üretici örgütlerinin temsilcilerinin de konuyla ilgili görüşleri yayınlandı.
Yapısal sorunlar yıllardır ortada ve ilgili tüm kesimler tarafından biliniyor, ancak gerekli adımlar bir türlü atılmıyor. Örgütlü bir güce dönüşememiş çiğ süt üreticisinin sanayicinin insafına kalması bu koşullarda normal. Demeç vermekten bile çekinen, birbirleriyle uğraşan, çiğ süt piyasasında tek başına söz sahibi olabilmek için diğerini hiçe sayan üretici örgütleri mi üreticiyi sanayiciye karşı koruyacak.
Sorun aslında fiyat sorunu değil, üreticinin birlikte hareket edememesi, üretici örgütlerinin tek ses olamamasıdır. Üretici örgütleri arasındaki iş ve görev paylaşımlarını düzgün bir şekilde yapmayıp birbirleriyle rekabet etmeleri için ortam sağlayan Tarım Bakanlığı’nın da da bu konudaki uygulamalarını görmezden gelemeyiz.
Çiğ süt piyasasının dengeye oturması için çözüm bekleyen ikinci konu ise, hayvan varlığının ve üretimin sürdürülebilir bir dengeye kavuşması için piyasaya müdahale edecek bağımsız veya özerk bir kurumun olmayışıdır. Büyük beklentilerle kurulan Ulusal Süt Konseyi’nin ‘Ürün Konseyleri Yasası’na dayanması ve yönetmeliği nedeniyle böyle bir yetkisi yok. Son zamanlarda sanayiciye süt tozu desteği adı altında ek kazanç sağlamaktan başka bir işlev de zaten görmüyor.
Çiğ süt üreticisinin ihtiyaçlarına cevap veremeyen üretici (hayvancılık) örgütlerinin yönetimleri ve Tarım Bakanı bu işin altında kalabilir. Üreticinin örgütlenme ihtiyacının, mevcut parçalı yapının korunarak sabote edildiğini ve çiğ süt üreticisinin sanayicinin önüne kolay lokma olarak atıldığı gün gibi ortada.
Üretici örgütleri sen-ben kavgasına itilerek, sanayicinin ucuz hammadde temini güvence altına alınmış durumda. Hükümet ve Tarım Bakanlığı yapısal sorunları çok kısa sürede ele almalı, hayvancılık ve sütçülük piyasasını hızla rekabetçi bir yapıya kavuşturmalıdır. Sütler dökülür ve inekler kesilirse yine ülke kaybeder.
Ayrıca bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Çiğ sütün litre fi yatının 35-40 kuruşa düşürüldüğü ve 250 bin ineğin kasaba verildiği 2009 yılını bir hatırlayın. Üreticiden 40 kuruşa alınan sütün rafta 2 liraya satıldığı yıl. Üreticinin birçoğunun ifl asa sürüklendiği o yıl sanayicinin kazancının nasıl katladığına dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bildiğinizi gibi 2010’da açıklanan 500 büyük sanayi kuruluşu 2009 yılı verilerine göre belirleniyor. 500 sanayi devi arasında yer alan 12 süt fi rması 2009’un (üretimden satış) rakamlarıyla listede onlarca basamak birden yukarı çıktı. 3 süt sanayi fi rması ise (Aynes, Teksüt, Akova) ise İSO 500’e girmeyi başardı. Üretici tek geçim kaynağı olan ineklerini bile kayederken sanayicinin kazancının nasıl katlandığını bu durum anlatmıyor mu?
Gelecek sayıda görüşmek üzere…